*
*
Birileri kelime oyunlarından nemalanmayı alışkanlık haline getirmiş durumdalar.
Ortada fikir namına birşey yok, salt kelime oyunu var.
Böylesi madrabazlıklara dayanan üç beş kelimelik cümlelerle sözde önemli gerçekleri dile getirmiş oluyorlar.
Gerçekteyse yaptıkları şey, insanların düşünmesine engel olmaktan ibaret.
*
Bu tür kelime oyunlarından birini dinci-dindar ayrımı oluşturuyor.
Dinci değilmişlermiş de, dindarlarmışlarmış da…
Böyle konuşanları üç gruba ayırabiliriz: Bazılarının beyin ölümü gerçekleşmiş durumda, ikinci grubu beyin felci yaşayanlar oluşturuyor, üçüncü grup ise bu ayrımı icat edip pazarlayan şeytanîler. (Bu şeytanîlerin asıl gayesi ise, din düşmanlıklarını “sözde dindarlığa tolerans” maskesi altında daha rahat yapabilmek, ve beyni arızalı “muhafazakâr”ları da kendi saflarında cepheye sürebilmekten ibaret. Mesela bir “dindar” anayasa tartışması yaşandığında mazrufları iyot gibi açığa çıkar.)
Emekci olunmadan emekdar olunamayacağını anlayamayan budalaların beyni için “sağlam” raporu verilebilir mi?
Kinci olmayan insanın kindar olabileceğini savunan zekâ düzeyi, şempanzelerinkinden daha ileri olabilir mi?
*
Türkçe’de “dar” eki alan kelimelerin sayısı bir hayli fazla: Hazine-dar, mühür-dar, hüküm-dar, ser-dar, kılıç-dar, alem-dar, silah-dar, şarap-dar, nam-dar, haber-dar...
Dar eki, Farsça “daaşten” (sahip olmak) fiilinin geniş zaman gövdesi durumunda.. Sahiplik ifade ediyor.
Mesela hükümdar, hüküm sahibi, hükmünü yürüten demektir.
Alemdar, bayrak ya da sancağı taşıyan kişiye denir.
Namdar denildiğinde, namı bilinen, ün sahibi kişi akla gelir.
Dindar da, din sahibi (dinsiz olmayan) anlamına gelmektedir. Mecazen, dini sahiplenip koruyan kişiye de denilebilir.
*
Türkçe Farsça’dan etkilenmemiş olsaydı, bu dinci-dindar ayrımı hokkabazlığından nemalanmaya çalışan sahtekârların işi zordu.
O zaman ellerinde sadece dinci kalacaktı.
Ancak, aklı ve mantığı olan hiç kimse, dinci kelimesinin dindara göre daha uygun, daha ölçülü, daha mütevazı ve daha haddini bilir bir nitelikte olduğunu anlamakta zorlanmaz.
Çünkü dindar kelimesinde üst perdeden bir iddia var, dinci kelimesinde ise, alçakgönüllüce bir intisap çabası, bir nisbet oluşturma, bir münasebet kurma arayışı..
Dindar-dinci ayrımındaki garabeti idrak edemeyecek düşüklükteki zekâ seviyesini muhatap alıp meseleyi daha basit ve müşahhas biçimde ifade etmek gerekirse, mesela devlet-dar olduğunu söyleyenle devlet-çi olduğunu belirten arasında bir uçurum olduğuna dikkat çekmek yerinde olur.
İlki mağrur bir “tekel“cilik ile devletin sahibi olduğunu, devletin kendi malı durumunda bulunduğunu ilan etmiş olur, ikincisi ise, devlete yamanmaya ve yaranmaya çalışan bir zavallı görünümünde ortaya çıkar.
Sahip olmak ile ait olmak arasındaki kıldan ince kılıçtan keskince fark..
İmdi, Ecevit-dar ile Ecevit-çi, Erdoğan-dar ile Erdoğan-cı, Atatürk-dar ile Atatürk-çü, Kemal-dar (Kılıçdaroğlu-dar) ile Kemal-ci bir olabilir mi?
Neden bu taife, mesela “Atatürkçü olmayalım beyler, Atatürkdar olalım” demiyorlar?
Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Atatürk vs. için “dar” eki kullanmayı zül addeden, “ci” eki için sıraya geren hassasiyet, din mevzubahis olunca neden aklıyla birlikte edep ve izanını da yitirmektedir?
*
Dinci olmaktan korkan bu arızalı beyinlerin dindarlıkları da bir âlem..
Nedir bu dindarlık?.. Kur’an‘daki kavramlarla konuşmak gerekirse, müttekî (takvalı) olmak mı, salih olmak mı?
Bunlar dindarlıktan takvayı (Allahu Teala’nın emir ve yasaklarına uymayı, Şeriat‘i yaşamayı) mı anlıyorlar?
Gördüğümüz kadarıyla hayır!
Bunların dindarlıktan anladıkları, “dinci olmamak”tan ibaret.
Yani kendilerini dinsizliğe karşı konumlandırmıyorlar, “Biz dinsiz değil dindarız, dinsiz gibi yaşayamaz, dinsiz gibi düşünemeyiz. Biz dinsizliğe karşıyız“ demiyorlar.
Dedikleri, “Biz dinciliğe karşıyız, dincilerden farklıyız“dan ibaret.
*
“Dinci değiliz, İslamcı değiliz” diyor, (benim gibi) haddini bilmenin bir gereği olarak sadece dincilik/İslamcılık yapan, dindarlık afra tafrasına kendisini layık görmeyenlere, “Sizinle ortak noktamız yok” mesajını veriyorlar.
Buna karşılık, dinsizlerin karşısında pek diyalogcu, pek şirin, pek mırın kırın, pek şaklaban, pek sempatik, pek sevecen, pek komik hale geliyor, “Biz dinsiz değiliz” gibi bir lafı ağızlarına almıyorlar.
Dinsizler söz konusu olduğunda “Sizinle ortak noktamız yok” söyleminin yerini (her ne kadar onlar dinci ve dindarların varlığına sadece parya ve serf olmaları kaydıyla sıcak bakıyorlarsa da) “birarada yaşama olgunluğu”, daha doğrusu hevesi alıyor.