MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN 13 “PARANOYA”SI

*

BİRİLERİ YAZICIOĞLU’NA “GÖSTERECEĞİMİZ KİŞİLERİ VUR, ORTALIĞI KARIŞTIR” DEMİŞLER..

KATİL MAFYA YÖNTEMİ.. ARALARINA YENİ KATILAN KİŞİYİ, KAÇIRDIKLARI BİRİNİ İNFAZ ETTİREREK SUÇ ORTAĞI YAPAR VE KESİN KONTROL ALTINA ALIRLAR.

YAZICIOĞLU KABUL ETMEYİNCE DE ÖLÜMLE TEHDİT ETMİŞLER.

SORU ŞU: YAZICIOĞLU’NA BU TEKLİFİ KİM YA DA KİMLER YAPABİLİR?

MESELA FETÖ’CÜLERİN (YAZICIOĞLU’NUN ÖLDÜĞÜ MART 2009 ÖNCESİ İÇİN KONUŞUYORUZ) ONA, “BİZİM İÇİN TETİKÇİLİK YAP!” DEME, BU TEKLİFİ KABUL ETMEYİNCE ÖLÜMLE TEHDİT ETME İHTİMALİ MİLYONDA BİR BİLE DEĞİLDİR, TRİLYONDA SIFIRDIR.

HER ALÇAĞIN EN SON SIĞINAĞININ VATANSEVERLİK, YERLİLİK VE MİLLİLİK OLDUĞU BİR ZAMANDA BÖYLE BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ.

SATILMIŞ YA DA SATILMAYA DÜNDEN RAZI, EMRE AMADE OLDUKLARI İÇİN SATIN ALINMAYA BİLE DEĞMEYEN ALÇAKLARIN, PARANOYAK OLMAK İÇİN HİÇBİR NEDENLERİNİN BULUNMAMASININ KEYFİNİ ÇIKARDIKLARI BİR ZAMAN VE ÜLKE..

*

Helikopter kazasında yaşamını yitiren BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu yakın çevresine “13 defa suikast geçirdim, beni öldürmek istiyorlar” demiş

muhsin yazıcıoğlu

31 Ekim 2021 07:55

t24.com

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ile Sözcü muhabiri Veli Toprak‘ın kaleme aldığı “Son Alperen-Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri” adlı kitapta yer alana göre helikopter kazasında yaşamını yitiren BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu yakın çevresine, “13 defa suikast geçirdim, beni öldürmek istiyorlar” demiş.

Kitapta röportaj veren Avrupa Nizamı Alem Ocakları Kurucusu Zülfü Canpolat, “Yurt dışına çıktım, firardım. Beni aradı, Almanya’da buluştuk. ’13 defa suikast geçirdim’ dedi. ‘Komplo teorisi değilmiş, beni öldürmek istiyorlar. Allah’ın takdiri ve mukadderatından kaçmam, ben döneceğim Türkiye’ye’ dedi. Vedalaştık, 2.5 ay sonra şehadet şerbetini içti” ifadelerini kullandı. 

(https://t24.com.tr/haber/helikopter-kazasinda-yasamini-yitiren-bbp-lideri-muhsin-yazicioglu-yakin-cevresine-13-defa-suikast-gecirdim-beni-oldurmek-istiyorlar-demis,989685)

*

“Beni öldürecekler…”

Sivas eski Milletvekili Mahmut Işık: 

Meclis’te Muhsin beyle konuştum. Bolu Tüneli’nde bir minibüs sıkıştırmış. Zor kurtarmışlar, tünelin duvarına, bariyerlerine çarptırmak istemişler. “Beni öldürecekler. Bana [birilerini “vatan haini” diye] vur diyorlar, [ortalığı] karıştır diyorlar” dedi. … Muhsin Bey ölmedi, öldürüldü.

(https://www.milligazete.com.tr/haber/8086581/muhsin-yazicioglunun-bilinmeyenleri-neler-beni-oldurecekler)

YASAKLAR, KORUMA KANUNLARI, FOBİLER, TABULAR, DÜŞÜNCEYE VURULAN PRANGALAR KALKSIN, “HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİM” HAKEM OLSUN!

BİR BAŞKASI İÇİN DELİL GETİRMEDEN “YALANCI, AHLÂKSIZ” FİLAN DİYEN AĞZI BOZUK, GÖNLÜ KARA KÜFÜRBAZ İFTİRACILAR CEZALANDIRILSIN, FAKAT KİM OLURSA OLSUN, BİR KİMSE YALANCI VE AHLÂKSIZSA, ONUN YALANLARINI VE AHLÂKSIZLIKLARINI SALT SERGİLEME KORUMA KANUNLARIYLA ÖNLENMESİN!

“HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİM” DUVARLARA YAZILMIŞ BİR PALAVRA OLMANIN ÖTESİNE GEÇSİN, “HUKUK”A VE YASALARA DAMGASINI VURSUN!

KİM YALANCI, AHLÂKSIZ VE SAHTEKÂRMIŞ, MİLLET GÖRSÜN!

*

Dr. Ömer Turan בטוויטר: "Herhangi bir devlet büyügüne kafir, satılmış, İngiliz  ajanı deseniz anında gözaltına alınır tutuklanırsınız. Fatih Tezcan Milli  mücadelenin Muzaffer Komutanı,Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Paşaya  kafir Satılmış İngiliz ...
Atatürk İngiliz Ajanı Yalanı – Belgeli Tarih
Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu Yönetimi'nden Atatürk'e Ajan diyen  Ekinci'ye Kınama - Gündem - Maraş Ana Haber

“DEVLET SADECE SİYASİ MUHALİFLERİNİN PEŞİNDE”

*

ÖFKE DOLUYUM

Soner Yalçın

Odatv

*

Gündemde Sezgin Baran Korkmaz var.

Kim bu adam?

Sezgin ilk evliliğini Digor’da yapıyor, bir kızı oluyor.

Bu arada… Sezgin Bulcumlu ismini değiştirip, “Sezgin Baran Korkmaz” yapıyor! ….

*

Öfke doluyum. Ülkem için üzülüyorum.

Sahiden, bağırarak sormak istiyorum; “nerede bu devlet?”

Cebine birkaç milyon dolar koyan herkes bu ülkenin cumhurbaşkanı ile kareye girip fotoğraf çektirebiliyor, görüşmeler yapabiliyor… Bakanların elinden ödül alıyor. Bakanlara açılış yaptırıp kurdele kestiriyor! Başbakanlık Yatırım Fonu’nun başkanı ile birlikte basın toplantı yapıyor! Neler, neler…

Kimse, “bu adam kim” diye merak etmiyor.

Kimse, “bu paraların kaynağı ne” diye sormuyor.

Para, devletin bütün kapılarını ardına kadar açıyor…

Türkiye, ne hâlâ getirildi nasıl kahrolmayız? Para, herkesi kazanıyor; para yemini yutmayan kalmadı ülkede!

Hadi kimi gazeteciler “hemşehri” ilişkisinden Sezgin Baran Korkmaz övgü yarışına girdi. Ya devlet?

Bu ülkenin MİT’i, Emniyet’i, Jandarması veya MASAK‘ı yok mu?

Kurumlar istihbarat çalışması-araştırması yapmıyor mu artık? Sıradan bir “işadamından” bahsetmiyoruz; milyon dolarlar ödeyip milli şirketleri alıyor.

Devlet, “nereden buldun” diye sormuyor!

Devlet, “değirmenin suyunu” hiç merak etmiyor, sorgulamıyor!

Devlet sadece siyasi muhaliflerinin peşinde çünkü! “Varlık barışı” adı altında yurt dışından gelen paraların kaynağını hiç irdelemiyor. 

:

Kim bu Sezgin Baran Korkmaz?

Ortaokul terk, İngilizce bilmeyen biri ABD’deki yarım milyar doları aşkın bir yolsuzluğa kimler aracılığıyla nasıl bulaştı?

Bu büyük mesele döndü dolaştı Veyis Ateş’in 10 milyon Euro pazarlığına indirgendi!

Reza Zarrab’ı salt Ebru Gündeş üzerinden tartışıp asıl meselenin kapatılması gibi, Sezgin Baran Korkmaz’ı da salt Veyis Ateş üzerinden konuşamazsınız.

Görün artık:

Reza Zarrab’tan sonra ABD-CIA eline ikinci koz verdik: Sezgin Baran Korkmaz!

Mesele sadece para da değil. Mevzubahis olan Türkiye’nin dünyadaki itibarıdır. İtibar paradan değerlidir…

Hiçbir iktidar, “varlık barışı” dümeniyle bu güzelim ülkeyi kara para aklamanın merkezine dönüştüremez. Bu ülkeye güveni-inancı yok edemez…

İktidar kötü yönetiminizin faturasını bu ülkeye ödetemez. Tarihimize yazıktır, saygısızlıktır…

Bir avuç idealist kaldı koca ülkede.

Siyasilerin, bürokratların, yargı mensuplarının ve gazetecilerin yüzündeki o kibirli yalan maskesini elbet çıkarıp, halka gerçeği göstereceğiz.

(https://odatv4.com/ofke-doluyum-22062144.html)

CUMHURİYET TÜRKİYESİ’NİN YERLİ VE MİLLİ BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ: BEL ALTI KASET İMALAT SANAYİ VE TİCARET A.Ş.

*

Şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmişti: Muhsin Yazıcıoğlu'na gelen  "Türkiye'yi sarsacak bir çuval kaset" - GÜNDEM - Gerçek Haberci

*

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve gazeteci Veli ToprakSon Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri” başlıklı bir kitap kaleme almışlar.

Birçok ismin Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili özel anıları dercedilmiş.

Millî Gazete‘nin haberine göre, kitapta yer alan ilginç anılardan birini, “bir çuval kaset” iddiası oluşturuyor.

Yazıcıoğlu’nun uzun yıllar en yakınındaki isimlerden biri olarak danışmanlığını yapan Bilal Habeşi Özkaynar, şunları söylemiş:

“Bir gün rahmetli başkana birileri bir çuval kaset, CD, görüntü getirdi.

Birileri işte, bu kayıtları yapanlar ya da ele geçirenler.

Bu kayıtların, görüntülerin başka ellere geçebilme endişesiyle, yanlış ellere geçebilme endişesiyle başkana teslim etmek istediler.

‘Bunlar çok tehlikeli görüntüler. Bir şekilde kaydedildi, bir şekilde ele geçirildi. Bunun içinde sanatçılar var, siyasetçiler var, işadamları var, devlet adamları var, askerler var. İşte insanların zaaflarından, zafiyetlerinden faydalanılarak kimi oyunla, tezgâhla kimi de takiple elde edilen görüntüler. Bu görüntülerin her biri Türkiye’nin gündemini değiştirip sallayacak nitelikte. Bunları emanet edecek kimseyi bulamıyoruz. Bizde de kalamayacak. En güvenli olarak sizi biliyoruz. Size teslim etmek istiyoruz’ dediler.

Başkan da ‘Ben kimsenin uçkurunun bekçisi, kayıtçısı değilim. Gidin ne yapıyorsanız yapın! Beni bunlara bulaştırmayın’ dedi.

Onlar da ‘Başkanım bunlar çok kritik. Çok insanı zora, sıkıntıya sokacak. Türkiye’de gündemi değiştirecek, yerle bir edecek belgeler, görüntüler’ dediler.”

Özkaynar şunları da söylemiş:

“Kızılay Başkanı, Yılma Durak, ben, Kızılay Yönetim Kurulu üyesi partili bir arkadaş vardı [dört kişiydik]. Orada başkanım [Yazıcıoğlu] aynısını söyledi:

Bana öyle CD’ler, öyle görüntüler teslim edildi ki Türkiye’de yer yerinden oynar. Ama maalesef bu görüntüler bizim devlet adamlarımızın. Devlete zarar geleceği için bunlar kalacak. Bunların çıkmaması lazım. Bunlar da bana teslim edildi.’

*

Olayı anlatan Özkaynar, “bu kayıtları yapanlar ya da ele geçirenler” diye bir ifade kullanıyor.

İmdi, eğer kaydetme değil de ele geçirme söz konusu olsa, bu kişiler, “Falancalar (mesela FETÖ, o zamanki adıyla Cemaat) bu işi tezgâhlamış. Biz onlardan bir şekilde arakladık” filan derlerdi.

Getirenler FETÖ’cü de olamaz, çünkü onlar, bir başkasına, “Sizi bizden daha güvenilir/güvenli bulduk” demezler.

(Merhum’un FETÖ’cülerle arası iyi değildi. BBP‘nin Mesut Yılmaz ile ittifak yapmasını ve böylece Yazıcoğlu ile arkadaşlarının ANAP listelerinden milletvekili seçilmesini sağlayan isim merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan hoca idi.. Yine Hoca’nın tavsiyesi doğrultusunda BBP, Erbakan‘ın başbakanı olduğu Refahyol Hükümeti‘ne dışardan destek vermişti. Fethullah Gülen ise bu hükümete de, Erbakan’a da karşıydı. 28 Şubat’ta söylemleriyle darbecilerin safında yer aldı. Pragmatik ve “büyük oynayan” bir adam olarak Gülen, “Bu da müslüman kardeşimiz” diyerek Yazıcıoğlu gibi görece güçsüz isimlere destek verecek biri değildi. O, daima kazananlara ya da kazanacağını düşündüğü “at”lara oynuyordu. Birlikte poz verdiği isimler Demirel, Ecevit, Papa, Çiller, Erdoğan vs. idi.)

*

Kasetleri getirenler, “kayıtların, görüntülerin yanlış ellere geçme endişesi” taşıyorlarmış.

Demek ki, kendilerini “doğru el” olarak görüyorlardı.

Kendileri vermezse yanlış ellere nasıl geçerdi acaba?

Yaptıkları teklifin mahiyetine ve mantığına bakılırsa, söz konusu kasetleri Yazıcıoğlu’na, kendilerinde herhangi bir kopyası kalmaksızın vermeyi istemiş olmaları gerekiyor. Çünkü, kopyalamaları durumunda Yazıcıoğlu’na kasetleri teslim etmeleri ile etmemeleri arasında bir fark kalmazdı.

Olaya Yazıcıoğlu açısından bakalım, kopyalamadan verecek olmalarının garantisi var mıdır? Kopyalamadıklarından nasıl emin olunacaktır?

Ayrıca, kasetleri Yazıcıoğlu’na veren bu kişiler, ondan neyi beklemektedirler; Kasetlerin ebediyen sümen altı olmasını, asla gün yüzü görmemesini mi?

Eğer bunu düşünüyorlardıysa, daha kolay bir yolu vardı. Tenha bir mahalde kasetlerin üstüne biraz benzin döküp kibriti çakmaları “yanlış el” tehlikesini ebediyen bertaraf edebilirdi.

*

Asıl gaye, “patlayıcı madde“yi Yazıcıoğlu’nun kucağına bırakmak olabilir miydi?

Bu tür “tehlikeli” emanetlerin nelere yol açacağı kestirilemez.

Mesela, Yazıcıoğlu’nu “en güvenli” bulan aynı adamların, o kasetlerden birkaçında başrol oyuncusu olarak arz-ı endam etmiş etkili ve yetkili “devlet adam”larına (Devlet adamı tanım gereği etkili ve yetkilidir) gidip şunu demeyeceklerinden nasıl emin olabiliriz: “Efendim, bizden duymuş olmayın, aramızda kalsın, fakat şu Yazıcıoğlu denen adamın elinde sizin görüntüleriniz varmış. Sadece sizin de değil, bir sürü kişinin.. Bunlar çok kritik, çok tehlikeli, sizi ve devleti zora, sıkıntıya sokabilecek, gündemi sallayabilecek görüntülermiş. Güvenilir kaynaklardan aldığımız kesin bir bilgi bu.. Maalesef bu ahlâksız adam artık haddini aştı, devletimizin bekası bakımından çok tehlikeli işler çeviriyor, entrika peşinde, ne buyurursunuz?”

Böylesi bir durumda, devletin bekasını, özellikle ve öncelikle de kendi hak ve hukuklarınının, istikbal ve istiklallerinin bekasını koruma mevkîindeki “devlet adamları”nın, evet bu ahlâk abidesi “etkili ve yetkili” zevatın ne “buyuracakları”nı beklersiniz?

Yine, ellerindeki o kasetleri ne yapacaklarını şaşırmış hayırseverlerin, (şantaj yapabildikleri ve yönlendirebildikleri) o kaset yıldızlarından bazı isimleri Yazıcıoğlu’na sataşmaya zorlamayacaklarından, ve bunu da sanki çok namuslu ve uçkuru sağlam adamlarmış gibi konuşturarak yapmayacaklarından, böylece Yazıcıoğlu’nu provoke edip onu muhatabına kaset sallayan adam durumuna düşürmek istemeyeceklerinden emin olabilir miydik?

Ya da, “tarlasını sürdükleri” Yazıcıoğlu’nun adamlarından birini (yine şantajla veya bir vaadle) Yazıcıoğlu aleyhinde konuşturup onu “İnsanların mahremine giren ve çirkin kaset depolayarak şantaj için fırsat kollayan” bir ahlâksız olarak göstermek istemeyeceklerini nasıl bilebilirdik?

*

Görüntüler, Yazıcıoğlu’na teslim etmek isteyenlerin ifadelerine göre, “bir şekilde kaydedilmiş, bir şekilde ele geçirilmiş“.

Ele geçirmeyi bildiklerine göre herhalde kaydetmeyi de biliyorlardır.

Olayımızda kapıyı açan maymuncuk, “zaaflar“.

İnsanların zaafları nelerdir?

Hepimiz biliyoruz: Makam mevki, para pul, mal mülk, şan şöhret, alkış övgü pohpohlanma, karşı cins…

Ancak, kasetlik zaaf denilince akla ilk gelen yatak yorgan çarşaf bahisleri..

Nitekim merhum Yazıcıoğlu da böyle anlamış, “Ben kimsenin uçkurunun bekçisi, kayıtçısı değilim” demiş.

Peki nasıl kaydedilmiş bu görüntüler?

Hayırsever kaset tüccarları bunu da açıklamışlar: “Kimi oyunla, tezgâhla, kimi de takiple …”

Demek oluyor ki, eğer kaset yıldızımız bu işlere meraklı bir saman altından su yürütme ustasıysa olay “takip“e bakıyor. Takılıp demlendiği mekânları belirleyip sevabına beleşten kayıt hizmeti sunuyorlar.

Yok öyle biri değil de işinde gücünde “namuslu” bir vatandaşsa, devreye oyun ya da tezgâh giriyor. Bu, takibe göre daha fazla zaman, emek ve özen istiyor. Uygun elemanı ayarlayacak, hedefle bir şekilde temas kurmasını sağlayacak, sonra da ektiğiniz tohumların yeşermesini bekleyeceksiniz. Bir başka deyişle, balığın damak zevkine uygun düşen iştah açıcı ve vaatkâr yemler taktığınız oltanızı bir kayanın üzerinden denize sallandırıp sabırla bekleyecek, bekleyecek, bekleyeceksiniz.

*

Bir çuval dolusu kaset, CD vesaire..

Herhalde Yazıcoğlu’na ellerindekinin hepsini getirmemişler, özellikle onun görmesini istedikleri bir “edebî ve sanatsal seçki” yapmışlardır.

Böyle bir “tehlikeli” koleksiyon oluşturmak kolay iş değil.. Takip de, oyun ve tezgâh da tek başına bir kişinin üstesinden gelebileceği şeyler olmaktan uzak. Hele böyle adeta meslekî maharete dönüşmüş bir çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluk bir kişinin harcı olamaz.

Bu tür keşfiyat ve kayıt kuyudat profesyonel ekip işidir. Uzmanlık, işbölümü ve kurumsallaşma gerektirir. Kurumsallaşma gerektirir, çünkü, tek başına bir insanın imkânları, zamanı, parası, gücü, becerisi, ilgisi, bilgisi ve eli aynı anda hem askerlere, hem siyasetçilere, hem devlet adamlarına, hem sanatçılara , hem işadamlarına uzanamaz. Bunun için kurumsal bir veri bankasına ve tam zamanlı çalışan uzmanlaşmış elemanlara, yeterli parasal kaynağa, teknik teçhizata, donanıma ve araçlara ihtiyaç vardır.

Bir çuval dolusu görüntü kaydını herhalde çarşı pazarı gezerek tek tek de toplayamazsınız.

*

Zannetmeyin ki bu “kaset tüccarı” isimler şu anda boş duruyorlar.

Ve zannetmeyin ki, bir yerlerde birtakım devlet adamlarının, siyasetçilerin, hacıların, hocaların, şeyhlerin, dava adamlarının, sivil toplum liderlerinin, anlı şanlı yazarların, gazetecilerin, askerlerin, şunun bunun kasetleri “uzaktan kumanda aleti” olarak iş görmüyor.

Oyun, tezgâh ve takip..

Bunlar bitmez.

Kötü olan şu ki, görüntüleri yüzünden şantaja maruz kalıp burnuna halka geçirilen ve ayı gibi oynatılan, bir yandan da balon gibi şişirilen sahte kahramanları halk hiçbir zaman öğrenemez.

OSMAN KAVALA, BATILI BÜYÜKELÇİLER VE ŞEYH SAİD

*

Kral Edward'ın Sigarası | İşte Atatürk | Atatürk Hakkında Bilmek  İstediğiniz Herşey

Atatürk, İngiliz Büyükelçi ve Kral Edward

Medya Güne Bakış Çagdaş Güvenilir Objektif Haber Portalı

*

Bu ülkede yıllarca Şeyh Said’e iftira atıldı.

İngiliz dostları, Şeyh Said’i İngilizler’le işbirliği yapmakla suçladılar.

Halbuki, İngilizler’le asıl işbirliği içinde olanlar kendileriydi.

Görünüşte karşıt kamptalardı, fakat Osmanlı‘yı tarihe gömme konusunda işbirliği yaptılar. Lozan, bu işbirliğinin tescil belgesiydi.

Lozan’da, gayet iyi anlaşabildiklerini deklare etmişlerdi, peki bunun savaş yıllarına uzanan bir evveliyatı, teknik tabirle “gizli diplomasi” (daha doğrusu Osmanlı’ya, kendi devletine ihanet, bir “paralel devlet” katakullisi) faslı yok muydu? Veya, var mıydı?

Bunlar tartışılabilir, fakat, ülkeyi İngiliz işbirlikçisi son padişah Vahideddin‘den kurtardığını iddia eden Mustafa Kemal Atatürk‘ün İngiliz Kralı Edward‘ı, cumhuriyetin ilanından sadece 13 yıl sonra İstanbul’da âlâ-yı vâlâ ile ağırladığı, karşısında Türk alçakgönüllülüğü ve efendiliğinin muhteşem örneklerini sergilediği kesindir.

Nerden icab ediyorduysa?..

*

2013 yılı baharındaki Gezi olayları sırasında yaşanan taşkınlıklardan birine şahit olmuştum.

İkindi vakti Tophane’den Kabataş’a doğru yürüyordum. Bir kalabalığın koşarak geldiğine, polislerin de onları kovaladığına şahit olmuştum.

Olaylar sadece Taksim’le sınırlı değildi.

Meselenin sadece Gezi Parkı‘ndaki birkaç ağaç olmadığı ortadaydı. “Mesele Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı!” sözü herşeyi özetliyordu.

Gerçekten de, meselenin sadece üç beş ağaca duyulan sevgi olduğuna inanmak için budala olmak gerekiyordu.

Arap Baharı‘ndan esinlenen ve Türk demokrasisinden umudunu kesen birilerinin, bir Türk Baharı için, Akparti Hükümeti’nin anlamsız ve lüzumsuz beton tutkusunu fırsata çevirdikleri, gayet iyi hazırlanmış oldukları anlaşılıyordu.

*

Osman Kavala‘nın bu süreçteki rolünü benim gibi birinin bilmesi mümkün değil.

Ancak, bu devletin bir gizli servisinin, istihbarat teşkilatının bulunduğunu, “İslamcı”lardan kalan boş zamanlarında başkalarını da takip ettiklerini biliyoruz.

Hükümet’in Kavala konusundaki tutumu akla şu soruları getiriyordu: Kavala, birtakım dış güçlerle birlikte bu Gezi Provokasyonu’nun organizasyonunda rol almış, Türkiye’ye “operasyon çekmek” isteyen dış güçlerle işbirliği yapmış olabilir miydi?

Ve, devletin gizli servisi, Kavala’nın etrafındaki adamları deşifre olmasın diye, özel görüşmelerle ilgili istihbaratını açığa vurmuyor, “Falancaya şu zaman şunu itiraf etmedin mi? O falancayla birlikte gidip filan ülkenin ajanıyla görüşmedin mi?” şeklindeki suçlamalardan, o falancanın kimliğini açığa vurmamak için kaçınıyor olabilir miydi?

Ayrıca, olay uluslararası bir krize dönüşmesin diye, projeksiyon lambaları Kavala’nın işbirlikçisi dış güçlerin üzerine çevrilmiyor, ketum davranılıyor, bilgi saklanıyor olabilir miydi?

*

Olmayabilirdi..

Kavala, günah keçisi olarak hedefe konulmuş olabilirdi.

Fakat, 10 baba ülkenin Kavala’yı uluslararası bir sorun haline getirip Türkiye Cumhuriyeti gibi koskoca bir devleti böyle gömgök gözlü, saçı başı dağınık vatandaş için karşısına alması, kendi kendilerini ele vermeleri, daha doğrusu “Evet, o, bizim kuklamızdı, şimdi de sahip çıkıyoruz” dercesine sahiplenerek Kavala’yı ele vermeleri, akıllardaki soruların cevabını vermiş durumda.

Yalın gerçek şu: Batılı ülkeler, pervasızlıkta sınır tanımıyorlar.

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti geri adım atsa, Kavala’yı serbest bıraksa bile, bu “tescilli işbirlikçi”nin “karizma”sı artık “kerizma”ya dönüşmüş durumdadır.

Çünkü, kimlerin adamı olduğu kabak gibi ortaya çıkmıştır.

*

Şeyh Said olayına dönelim.

Şeyh Said isyanına (silahsız) destek verdiği için idam edilen Kadı Salih Efendi, ana dili Kürtçe’nin yanı sıra Türkçe, Farsça, Arapça, Zazaca, Ermenice, Fransızca ve İngilizce bilen bir âlimdi.

İstiklal Mahkemesi‘ndeki sorgulamasında şunları söylemiştir:

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Siz(in) isyan(a) iştirakinizden maksadınız da din meselesidir, öyle mi?

Salih Efendi: — Yalnız din meselesi, yalnız!

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Bu halkı, dini alet ittihaz ettirerek böyle isyan ettirmek doğru mudur?

Salih Efendi: — Size karşı öyle söylüyorlar.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Sorduklarımız Şeyh Efendi’nin (Şeyh Said’in) emriyle girdiklerini söylüyorlar. Hiç dinden, medreselerin kapandığından bahsetmiyorlar.

Salih Efendi: — Mustafa Bey muhtelldir (kafası karışıktır). Sözünü bilmiyor, yarım adam. Şimdi dara gelince (suçu) şeyhe, ağaya atıyor. Herkeste o cesaret-i medeniye yok ki “Evet, din için yaptım” desin. Kürt de kendine göre kurnaz, ve ağasının üstüne atıp kurtulacak zanneder.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Şeyh Abdüllatif ve Şeyh İsmail… Bunları tanırsın. Bu adamlar huzur-ı mahkemede İngilizler’le muhabere (haberleşme) ve ittifak olduğunu söylediler. Bunlar cahil iken duyarlar da sizin gibi âlim bir zat işitmez mi?

Salih Efendi: — Onu bilmiyorum beyim. Kat’iyen bilmem ve emin olunuz, İngiliz parmağı(nın) da olduğunu bilse(ydi)m, (isyana) iştirak ve kabul etmezdim. Bu vilayette saik (etken) dindi.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti (aldattı)? Yoksa bu cereyana kendiliğinizden mi katıldınız?

Salih Efendi: — Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim. Şeyh Said Efendi bir kibritti. O olmasa idi başka birisi yapardı. Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de icbar edebilir (zorlayabilir).

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — “Şeyh Said Efendi bir kibritti, kabiliyet hazırlanmıştı” demiştiniz. Demek ki (isyan) evvelce tertip edilmiştir.

Salih Efendi: — Şüphesiz hazırlanmıştı. Hükümet’in mugayir-i şer’-i şerîf (Şerefli Seriat’e aykırı) harekâtı bu vaziyeti ihzar etmişti (hazırlamıştı).

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Ne vakitten beri hazırlanmıştır?

Salih Efendi: — Geçen sene. İşte o tarihte.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Ne suretle hazırlanmıştır?

Salih Efendi: — Tertip edilmişti başkadır, hazırlanmıştı başkadır. Hükümet’in harekâtı hazırladı dedim.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Halkın bu teessüratını hissedip de bu fertleri toplayan kimdi?

Salih Efendi: — Fertleri toplayan yoktu. Her fertte bir teessür görüyordum. Önayak olan kimse yoktu. Bilahare Şeyh Said Efendi geldi. Tesadüftür.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Sizin hücum geceniz böyle Başvekalet (Başbakanlık) ve Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) diye [onlar adına] gelen bu gibi evrakın gelişinden ne anlarsınız? İngiltere’den mi geliyor bunlar?

Salih Efendi: — Allah belasını versin İngiltere’nin, ben ne bileyim?

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Kürdistan Harbiye Nezareti, Başvekâleti ve netice bir hükümet [ayrı bir devlet] teşkiline delalet etmez mi?

Salih Efendi: — Ben bundan birşey anlamıyorum. Ne bileyim neye delalet eder. Birçok manalar varid-i hatır olabilir  (akla gelebilir). İhtimal gizli bir fikr-i melanet [lanetli bir fikir, bir komplo, bir tuzak] var [İsyan hareketini dış bağlantı içinde gösterip gözden düşürmek için]. Belki bazı komitelerin (gizli teşkilatların), belki de İngiltere’nin bir melanet planıdır. Ne bileyim ben, bilmiyorum.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Demin “Kabiliyet hazırlanmıştı, bu işin başına Şeyh Said değil kim geçse olacaktı” dedin. Sen ne için geçmedin?

Salih Efendi: — Bende o iktidar yoktu beyim. Bu gibi işlerde bazı şerait (şartlar) lâzım.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Ne gibi şerait?

Salih Efendi: — (Başa geçecek kişi) Ya bir aşiret reisi olmalı yahut zî-nüfûz (sözü geçer) olmalı.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Salih Bey, Mustafa Bey diyor ki, “Dinin, ahkâm-ı şer’iyyenin infaz edilmediğinden malumatı olmadığını” (“Hükümet’in Şeriat’i uygulamıyor olmasına dair bilgisinin bulunmadığını” ifade ediyor) ve Şeyh Said Efendi “vacibattan (dinin farz olan emirlerinden) birçoklarını (kendilerinin de) terk ettiklerini” söylüyor. Binaenaleyh bunun (isyanın) dinle, Şeriat’le alâkası yok. Hulasa siz dini alet ederek asıl maksadınıza (dünyevî gayelerinize) vasıl olmak istediniz.

Salih Efendi: — Ben de (isyanın) esbabını (sebeplerini) arz ediyorum. Ben dinimi (kişisel) siyasî gayelere alet edecek adam değilim. Dini alet etmek tabirini kendimden çok uzak buluyorum.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — (Planınıza göre) Diyarbekir’i (Diyarbakır’ı) zaptedeceksiniz, arzunuzu Hükümet’e bildireceksiniz. Hükümet’in müracaatınızı kabul etmediği surette (kabul etmemesi halinde) alacağınız vaziyeti düşündünüz mü?

Salih Efendi: — Hayır, düşünmedik.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Bu kadar basit işleri düşünmemek mümkün müdür Salih Bey?

Salih Efendi: — “Sonunu çok düşünmeyenlerin azmi, cesareti daha ziyadedir” derler.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Siz cahil misiniz? Cesur addedilecek cahillerden misiniz?

Salih Efendi: — Bilmiyorum. Temsil tarîkiyle söyledim. Evvelce de arzettim. Benim itikadıma göre kıyam (ayaklanma) bana dinen vacip olmuştu. Vazifemi yaptım. Ama muvaffak olur muyum, olamaz mıyım, (bunu) düşünmedim. Vazife telakki ettim.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Kıyam-ı şer’î (Şeriat ayaklanması) yapıyordunuz ise, ne için silah atmadın?

Salih Efendi: — Kendi hesabıma söylüyorum. Kimseyi sevk etmedim.

Mahkeme reisi (Mazhar Müfit Kansu): — Silah attın mı?

Salih Efendi: — İştirak ettim. Silah atmadım.

*

Kadı Salih Efendi’nin sorgu sonrası savunmasından:

“Beni mahkum da etseniz idam olunurken de söylerim: Siyasî (Kürtçülük vs.) hiçbir cereyandan haberdar değilim. Bu isnad benim için bir lekedir. Ölürken bile bu lekeyi reddederim….

“Şeyh Said Efendi’nin hakkımda hüsnüzan buyurduklarına gelelim.. Şeyh Said’in beni sevmesi bir cürüm teşkil eder mi? Bir adam iyi olsun, fena olsun, diğer bir adamı sevmesi veya nefret etmemesi, (sevilen) o insan için bir cürüm olabilir mi?”

Şeyh Said foto galerisi 32. resim
VİDEO HABER – Şeyh Said ve dava arkadaşları idam edilişlerinin 96'ncı  yılında anıldı | Diyarbakır Yenigün Gazetesi | Diyarbakır Haberleri

FETÖ, NE CHP’NİN NE DE 28 ŞUBAT’IN ARTÇI ŞOKLARINDAN AKPARTİ’NİN ESERİDİR..

(CHP’SİNE DE, AKPARTİ’SİNE DE PERDE ARKASINDAN AYAR VEREN) YERLİ MİLLİ DERİN DEVLETİN ESERİDİR

STRATEJİ DE ŞUYDU: “MADEM MİLLETİN DİNDARLIĞINA, BİRTAKIM CEMAATLERE KATILMASINA ENGEL OLAMIYORUZ, MEVCUT CEMAATLERİ İÇERİDEN TAM OLARAK ELE GEÇİRMEYİ DE HENÜZ BAŞARAMADIK, ÖYLEYSE İSTİKBAL VAAD EDEN KABİLİYETLİ İSİMLER BULUP PALAZLANDIRALIM, MİLLETİ ONLARIN ETRAFINDA TOPLAYIP GÜDELİM”

ANCAK, UNUTTUKLARI NOKTA ŞUYDU: GERÇEK MÜSLÜMAN ÂLİM, LAİK-DİNSİZ BİR REJİMİN EMRİ ALTINA GİRMEZ, GİREMEZ.. GİREN, YARIN BATILI LAİK BİR DEVLETİN EMRİ ALTINA DA RAHATLIKLA GİREBİLİR.

ÖYLE DE OLDU.

ABD VEYA BİR BAŞKA DIŞ GÜÇ, TÜRKİYE’DE SIFIRDAN BİR DİNÎ OLUŞUM/CEMAAT ÜRETEMEZ, FAKAT DEVLETİN ÖRTÜLÜ DESTEĞİ VE HİLELERİYLE PALAZLANMIŞ “GÜDÜLMEYE MÜSAİT” BİR YAPIYI YARI YOLDA DEVŞİREBİLİR, SATIN ALABİLİR..

KISSADAN HİSSE: AKILLI OL, İNSANLARI DÜŞÜRMEK İÇİN KUYU KAZMA, SONRA KENDİN DÜŞERSİN!

*

Teröristbaşı Gülen, 21 Mart 1958’te düzenlenen CHP Gençlik Kolları toplantısının özel davetlileri arasındaydı.
 Milli Birlik Komitesi Üyesi Şükran Özkaya’nın arşivinden çıkan belgede Gülen’in ‘Özel Harp Dairesi’ elemanı olduğu belirtiliyor.
Teröristbaşının CHP'ye yaptığı makbuzun belgesi

*

FETÖ CHP’nin eseri

Haber Merkezi  14 Ocak 2020, 03:30  Son Güncelleme: 14 Ocak 2020, 03:42  Yeni Şafak

15 YAŞINDA İSMET İNÖNÜ İLE GÖRÜŞTÜ

Yeni Şafak’ın ulaştığı 27 Mayıs darbesine aktif olarak katılan Millî Birlik Komitesi Üyesi Albay Şükran Özkaya’nın arşiv belgeleri ve geçmişe dönük arşiv taramaları da Gülen’in daha ‘ergenlik’ döneminden itibaren CHP ve masonlarla derin bağlar kurduğunu ortaya koyuyor. …

21 Mart 1958’te ise Kasım Gülek’in Genel Sekreterliğini yaptığı CHP’nin İstanbul İl Gençlik Kolları’nca Beyoğlu Divan Otel’de yapılan Talebe ve Gençlik Teşekkülleri toplantısına davet edildi. … Ardından Gülen’in talihi açıldı. 1959 yılında ülkede vaiz sıkıntısı varmış gibi mahkeme kararıyla yaşı 1 yıl büyütülerek Diyanet’te göreve başlatıldı.

Soğuk savaş dönemi Türkiye’sinde de Gülen CHP güdümlü bürokrasinin önemli bir adamı oldu. Tabip subay Dr. Esat Keşafoğlu’nun yönlendirmesiyle CIA ve NATO iş birliği ile kurulan Özel Harp Dairesi’ne girdi. Bu günlerde Özel Harp Dairesi’nde Nurcuların içine yerleştirilmiş olan Av. Bekir Berk ile tanıştı, Berk aracılığıyla Nurcuların arasına girer ve bir süre kendini Nurcu olarak takdim etti. 16 Eylül 1968’de Milli Birlik Komitesi Genel Sekreteri Albay Şükran Özkaya, MAH [MİT] tarafından, hakkında şikayetler artan Gülen’in Özel Harp Dairesi elemanı olduğunun bildirildiğini açık açık itiraf etti. Gülen, kamu görevlilerinin dernek üyesi olması yasak olmasına rağmen 1962-1963 yıllarında özel harp mahsulü Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer aldığı ve dernekte aktif olarak görev yaptı. …

Gülen ordu ile teması 1955’te oldu. Gülen Alvarlı Efe Hoca’nın torunu olan Kurşunlu Medresesi müderrisi Sadi Hoca’yı “Mustafa Kemal’e hakaret etti” yalanı ile jandarma karakoluna şikayet etti. Asker, Gülen’i ilk burada keşfetti. 28 Şubat’ta da, din adamları ve kanaat önderlerine karşı darbecilerin yanında yer aldı. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın din adamları ve kanaat önderlerine verdiği iftarda katılmayan Gülen. …

28 Şubat sürecinde de darbecilerden yana olan Gülen’in, sürecin ardından göreve gelen Bülent Ecevit’le arasından su sızmadı. Gülen 1958’de tanıştığı Ecevit için 2007 yılında şu cümleleri kurdu: “Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım.” Şubat 1998’de Vatikan’ı ziyaretinden 5 gün öncesinde Bülent Ecevit’i İstanbul’daki evinde ziyaret eden Gülen ….

Gülen’in 12 Eylül hikayesi de çok karanlık. … İstifa ettikten sonra ferdi olarak vaazlar veren Gülen, hakkında yakalama kararı olduğu için 12 Ocak 1986’da Burdur’da gözaltına alınarak İzmir’e götürüldü ancak ifadesinin ardından serbest kaldı. Aynı yıl Diyarbakır’daki Mehmet Özyurt davası ile ilgili İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nda ifadesi alındıktan sonra serbest kaldı. Ayrıca yine hakkında çıkarılan başka bir yakalama kararı 6 yıl boyunca infaz edilemedi. …

(https://www.yenisafak.com/gundem/feto-chpnin-eseri-3521667)

TAHKÎKÎ İMAN, AKLA DAYANIR.. TAKLİDÎ İMAN GİBİ “UYDUM KALABALIĞA” TÜRÜNDEN DEĞİLDİR..

*

Kutsal Emanetler'de aralıksız Kur'an tilaveti - Kültür Sanat Haberleri
☰☪☣⚔ᴄᴀᴘᴛ. ᴍᴜsᴛᴀғᴀ ᴋ.⚔☣☪☰ on Twitter: "Asa'nın Cennetin Bahçesi'nde  Hz.Adem'e verildiği Ondan Nuh Peygamber'e Daha sonra Hazreti İbrahim, İsak  ve Yakup'a iletildiği. Kısaca birçok peygamber tarafından kullanılan ve  Hazreti Musa'ya ...

*

Peygamberlerin (melekler, ahiret vs. gibi) gaybe dair haberlerinin doğruluğunun aklî delili (Dinî delil, dine inanan içindir, aklî delil ise, mümin olsun olmasın aklı olan herkes içindir), beş duyu ile algılanacak şekilde olağan dışı ya da olağanüstü işler yapabilmeleridir (mucize).

Mucize, bizzat tanık olan için gözlem ve tecrübe nevinden bir bilgidir. Yani pozitivist ve materyalist bakış açısı çerçevesinde ortaya çıkan bir bilgidir bu. Burada söz konusu olan gayb âlemi değildir, şehadet âlemidir, görünen âlemdir.

Peygamberlerin âdeten (aklen değil) imkânsız olan şeyleri yapmaları (Mesela Hz. Musa a.s.’ın asasının ejderhaya dönüşmesi, sonra tekrar basit bir ağaç parçası halini alması), âdeten imkânsız görünen öldükten sonra dirilme gibi haberlerin doğruluğunun pozitif düzeyde kanıtı durumundadır. Ki, Hz. İsa a.s., ölüleri diriltme mucizesi de göstermiştir:

Allah (ahirette) o zaman şöyle diyecek: «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mucizeler) getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler, «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» demişlerdi. 

(Maide, 5/110)

Peygamberlerin mucizeleri, sonradan öğrenenler için, mütevatir haber durumundaki doğru habere karşılık gelir.

Mesela bizler, bireysel olarak Antarktika’yı görmediğimiz halde, onunla ilgili bilgimiz mütevatir habere dayandığı için (yani yalan üzerine toplanmaları mümkün olmayan bir topluluktan işittiğimiz için), Antarktika’nın varlığından kuşkuya düşmeyiz. Gördüğümüz resimlerin ve kamera kayıtlarının başka bir yere ait olabileceği şüphesi bizde uyanmaz.

Hz. Peygamber s.a.s.’in mucizeleri de böyledir. Bu mucizeler de aklen kesin olarak onun peygamberliğine ve verdiği haberlerin doğruluğuna delalet eder.

(Mucizelerle ilgili bazı rivayetler tek başına alındıklarında mütevatir değil de “ahad” haber olsalar bile, bunların toplamı, “mucize” konusunda “tevatür” anlamına gelir. Yani, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mucize göstermiş bulunduğundan şüphe edilemez. Şunun gibi: Diyelim ki bir mahalle halkı bir evin penceresine bir hırsızın tırmandığını gördüler ve herkes farklı bir rivayette bulunuyor. Kimisi gençti, kimisi yaşlıydı diyor. Kimisi uzun, kimisi kısa olduğunu söylüyor. Kimisi üzerindeki elbisenin mavi, kimisi yeşil olduğu iddiasında bulunuyor vs.. Burada her ne kadar rivayetlerin her biri tek başına şüphe taşısa da, hırsızın varlığı konusunda birleşilmektedir. Bunda şüphe yoktur. Üstelik, verdiğimiz örnekteki rivayetler arası çelişki, mucize konusunda mevcut da değildir. Resulullah s.a.s.’den rivayet edilen mucizelerin sayısı bini bulmaktadır.)

*

Hristiyan düşüncesinin etkisi altında kalarak aklı dışlayan ya da Hristiyanlar’ın heva ve hevesleri doğrultusunda din alanında önemsizleştiren bir yaklaşımı yüceltmenin İslâm açısından hem gereği, hem de yararı yoktur. Bu, İslâm’ın Hristiyanlık gibi dinler karşısındaki üstünlük kaynağını heba etmek, Hristiyanlık ile onun istediği kulvarda yarışmak anlamına gelir.

Akıl konusunda son olarak şu noktaya değinmek gerekir: Akıl, Allahu Teala’nın varlığını ve birliğini kesin olarak anlayabilmekle birlikte, zatını kavramaktan acizdir.

Bu yüzden, insan aklı, Allahu Teala’nın sıfatlarının keyfiyetini ya da künhünü, ayrıca Allahu Teala’nın irade sıfatıyla ilişkili olduğu için kaderin mahiyetini kavrayamaz.

Çünkü, “Allahu Teala’nın sıfatları mefhum-u zihnî [insan zihninin ürettiği kavramlar olması] bakımından Allah’ın kendisi olmadığı gibi [Çünkü insanın düşüncesi de yaratılmaktadır, mahluktur, Yaratıcı değildir], vücud-u haricî bakımından da [insan zihninin dışındaki varlık olarak da] Allah’ın gayri değildir. Zira sıfatların mefhumu, zatın mefhumunun gayridir [Sıfatların anlaşılması başka birşey, zatın anlaşılması başka birşeydir. Mesela insanın kendisi başka, çömertlik sıfatı başka birşeydir]. Ancak kâinattaki zuhuru [ortaya çıkışı] itibariyle onlar zâtın gayri olmazlar [Mesela cömertlik, cömert insanın zatıyla birlikte bulunur, ondan ayrılmaz]. (Âliyyü’l-Kârî, Fıkhı Ekber Şerhi, çev. Hüseyin S. Erdoğan, İstanbul: Hisar Y., s. 75.)

*

Allame Âliyyü’l-Kârî şunları da yazmaktadır:

İmanın akıl ile vacip olması, Ebu Hanife rh. a.’den rivayet edilmiştir. Hakim eş-Şehîd, Münteka adlı eserinde Ebu Hanife’nin şöyle dediğini zikretmiştir: “Halik’ını bilmemek hususunda hiç bir kimse için özür yoktur.” Çünkü göklerin, yerin yaratılışı, kendi nefsinin ve başkasının yaratılışından Allahu Teala’nın varlığına ve birliğine delalet edecek hususları görüyor. Bu hususu Allahu Teala’nın şu ayetleri teyid ediyor: “Peygamberleri de şöyle demişti: Hiç gökleri ve yeri yaratan Allah’ın birliğinden şüphe edilir mi?!” (İbrahim, 14/10)….

Peygamber aleyhisselam da, “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Ancak ana-babası onu yahudileştirir, hristiyan ve mecusi yapar” buyurmuştur.

Bu hususu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten hocalarımız benimsemiştir. Hatta Ebu Mansur Matüridî, akıl sahibi olan sâbi (çocuk) için, “Üzerine Allah’ı bilmek farz olur” demiştir. Bu, Irak alimlerinin ekserîsinin sözüdür. (Ancak) Bizim hocalarımızın ekserisi Peygamber aleyhisselamın “Kalem üç kişiden kalkmıştır: Ergenlik çağına erinceye kadar çocuktan….” hadis-i şerifinin umumundan dolayı bu görüşe muhalefet etmişlerdir. (Bununla birlikte) Ebu Mansur Matüridî bu hadîsi (salt) şeriat üzere hamletmiştir [Yani Şeriat’in emirleriyle yükümlü olmaz, fakat Allahu Teala’nın varlığını ve birliğini bilmekle yükümlüdür, her ne kadar Yaratan’ın ismini bile bilmiyor olsa da]. Bununla beraber onlar (Ebu Mansur Matüridî’ye muhalefet edenler), bu sabînin İslam olmasının sahih olduğuna dair ittifak etmişlerdir. O, ergenlik çağına giren (gayrimüslim) kimsenin İslam’a davet edildiği gibi İslam’a davet edilir.

İmam Eş’arî diyor ki: “Akıllı olan sabîye Allah’ı bilmek vacip olmaz. Çünkü Allahu Teala buyuruyor ki: ‘Bir de biz, bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz’.” (İsra, 17/15) [İmam Eş’arî, dinen vacip olmaz demektedir, yoksa, Allahu Teala’nın varlığının akılla anlaşılmayacağını savunmuyor.]

Buna şöyle cevap veriliyor: Rasul, umum manasına alınarak, peygamber ve akıl anlamına gelir. “Peygamber göndermedikçe azab etmeyiz” manasına geldiği gibi, “Akıl vermedikçe azab etmeyiz” manasına da gelir. Veyahut, ayetin umumunun vacip olduğu [oluşu] ancak şer-i şerifle bilinen amellerle tahsis olunur. [Yani azap etmeme, Şeriat amelleri açısından söz konusu olur, Allahu Teala’yı bilme konusu bunun dışında kalır.]

Bazıları ayet-i celileye şöyle mana vermiştir: “Biz dünyada, hemen azap vermek suretiyle azap vermeyiz.” Daha zahir olan şudur ki, Allahu Teala’nın “Biz peygamber göndermedikçe azap etmeyiz” kavl-i celîli, işlenmesine sevap, terkine de azap terettüp etmeyen aklî vacibe münafi değildir. Bu ihtilafın semeresi kendisine hiç davet ulaşmayan kimse hakkında zahir olur ki, dağ başında yaşayan ve Allah’a iman etmeden ölen, fetret günleri olan İsa aleyhisselam ile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin arasında yaşayıp ölen ve Allah’a iman etmeyen kimse bizim indimizde azap görür, onların indinde ise azap görmez. 

(Fıkh-ı Ekber Şerhi, çev. Hüseyin S. Erdoğan, s. 371-372)

İmam Eş’arî’nin söz konusu ayet-i kerimeyi [“Bir de biz, bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz” (İsra, 17/15)], genel olarak peygamberlerin mesajı kendilerine ulaşmamış kimselerin durumu için delil kabul ettiği, ve bundan hareketle, “onların salt akıllarıyla Allahu Teala’nın varlığını ve birliğini anlamakla yükümlü olmadıkları” sonucunun çıktığı kanaatine vardığı bilinmektedir.

Hanefî-Matüridî çizgisine göre ise, “Peygamberleri de şöyle demişti: Hiç gökleri ve yeri yaratan Allah’ın birliğinden şüphe edilir mi?!” (İbrahim, 14/10) ayeti, tam aksi yönde delildir.

Eş’arîlerin delil olarak aldıkları ayette geçen “rasul” kelimesinin anlamına Matüridîler (ve daha çok da Mutezile tarafından) “akl”ın da dahil edilmesini ise, Eş’arîler kabul etmemişlerdir. Onlara göre bu, dil kurallarına aykırı batıl bir tevildir. (Bkz. Said Ramazan el-Bûtî, Selefiye, çev. Vecihi Sönmez, İstanbul: Ehl-i Sünnet Y., 2009, s. 96.)

*

Burada önemli olan nokta şudur: Söz konusu ihtilaf, ictihadî bir ihtilaftır. Dolayısıyla, ikisinden herhangi biri kesin olarak aklımıza yatsa bile, İmam Şafiî rh. a. gibi şöyle dememiz uygun olur: “Bizim görüşümüz doğrudur, fakat yanlış olması ihtimali var. Muhataplarımızın görüşü yanlıştır, fakat doğru olması ihtimali var.

Söz konusu ihtilafı giderecek ölçüde açık delil bulunmadığı için, bu konuda farklı ictihatlar yapılmış bulunmaktadır. Bu da, doğal bir durumdur.

Bu noktada, Âliyyü’l-Kârî’nin şu ifadeleri de önem taşımaktadır: “Daha zahir olan şudur ki, Allahu Teala’nın ‘Biz peygamber göndermedikçe azap etmeyiz’ kavl-i celîli, işlenmesine sevap, terkine de azap terettüp etmeyen aklî vacibe münafi değildir.”

Mesela, bugün bir kimsenin Antarktika’nın varlığını kabul etmesi aklen vacibtir. Ama herhangi birisi kalkıp bunu inkâr etse, bu yüzden onun ahirette azap görmesi gerekmez.

Aslında, Allahu Teala’nın varlığı, aklen inkâr edilebilecek bir konu değildir ve Allahu Teala’nın varlığını ve birliğini kabul etmek aklen vaciptir. Allahu Teala için bu yüzden Kelamcılar Vacibü’l-Vücud ifadesini kullanmaktadırlar. Ancak, bu aklî vücub (gereklilik), peygamberlerin mesajının ulaşmaması durumunda azaba sebep olur mu, olmaz mı; ihtilafın konusu budur.

En doğrusunu Allahu Teala bilir. Kesin olan ise şudur: Allahu Teala’nın varlığı akıl ile kesin olarak anlaşılır ve bilinir.

Bu konuda Ehl-i Sünnet uleması arasında ihtilaf bulunmamaktadır.

İlerde inşaallah merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocanın Muvazzah İlm-i Kelam kitabından bu çerçevede alıntılar yapacağız.

BU AJANLIK İŞLERİNDE “OYUN İÇİNDE OYUN” VARDIR..

(HER ŞALVARLI, TAKKELİ, SARIKLI, SAKALLIYI DEDEN ZANNETME!

HER “DAVA ADAMLIĞI” TASLAYANA KANMA!

BİR ADAMIN TANTANASINI YAPAN “YANCILAR” ÇOKSA, ORADA SORU İŞARETLERİ VAR DEMEKTİR..

BİR GÜDÜMLÜ MÜNAFIK İÇİN FIRTINALAR KOPARILIR DA BİR “TASMA-YULAR KABUL ETMEYEN” İNSAN KİMBİLİR NELER YAŞAR, KİMSE ORALI OLMAZ, KİMSENİN RUHU DUYMAZ, KILI KIPIRDAMAZ)

*

İsrail kaçırmış dediler: Mossad ajanı çıktı

MİT, savunma sanayii ve Türkiye’deki Filistinlilerle ilgili istihbarat toplayan 15 kişilik Mossad ağını çökertti.

İsrail’e çalışan ajanlar arasında bulunan Filistinli M.S.’nin durumu ise ilginçti.

Abone Ol Haber Merkezi  22 Ekim 2021, 00:00  Son Güncelleme: 22 Ekim 2021, 01:14  Yeni Şafak

​İsrail kaçırmış dediler: Mossad ajanı çıktı
MİT, İsrail gizli servisi MOSSAD’a çalışan ajan ağını çökertti. 15 kişiden biri olan Filistinli Tıp Fakültesi öğrencisi M.S.’yi İsrail’in kaçırdığı iddia ediliyordu.

İsrail gizli servisi MOSSAD adına Türkiye’de casusluk yapan 15 kişi yakalandı. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), MOSSAD’ın Türkiye’deki İsrail muhaliflerine yönelik faaliyetlerini tespit etti. 3’er kişilik 5 ayrı hücre 1 yıl boyunca 200 kişilik MİT ekibiyle izlendi. Casusların, Filistinlilerin Türkiye’deki üniversitelere nasıl girdiği, hükümet ve belediyelerin Filistinlilere ne gibi imkan ve kolaylıklar sağladığına yönelik çalışma yürüttükleri saptandı. İleride savunma sanayiinde görev alabilecek yabancı öğrencilerin bilgilerini de MOSSAD’a servis eden şebekenin, Türkiye’de faaliyet gösteren çeşitli dernek ve kuruluşlar hakkında da araştırma yaptıkları belirlendi. MOSSAD’ın saha sorumluları ile yurtdışında irtibat kuran 15 şüpheli, “uluslararası casusluk” suçundan tutuklandı.

KAYIP BAŞVURUSU

Bunlardan biri olan Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Filistinli M.S.’nin durumu ise çok ilginç. Şüpheli hakkında bir süre önce kayıp başvurusu yapılmış, arkadaşları cuma namazı için evden çıkan M.S.’den bir daha haber alamadıklarını iddia etmişti. M.S.’nin İsrail tarafından kaçırıldığını öne süren yakınları sosyal medyada kampanyalar başlatmış, bazı sivil toplum kuruluşları da girişimlerde bulunup basın yayın kuruluşlarında haber yapılmasını sağlamıştı. Bu süreçte M.S.’nin Filistin’deki babası da bir video ile Türkiye’ye seslenip oğlunun bulunmasını istedi. Ancak gerçeğin ortaya çıkması uzun sürmedi. Tutuklanan M.S.’nin, MOSSAD şebekesinin kritik bir üyesi olduğu belirlendi. 2 kez İsviçre’nin Zürih kentine gittiği ve burada MOSSAD saha sorumlularıyla görüştüğü ortaya çıktı.

(https://www.yenisafak.com/gundem/israil-kacirmis-dediler-mossad-ajani-cikti-3708146)

ÖN BAHÇE: ÖZGÜRLÜKÇÜ ÇAĞDAŞ HUKUK DEVLETİ.. ARKA BAHÇE: MAFYATİK ÇETE VE EŞKIYALIK DÜZENİ..

(REKLAMLARDA ÖZGÜRLÜK, ÇAĞDAŞLIK, DÜŞÜNCE HÜRRİYETİ FALAN FİLAN..

TESLİMATTA KAÇIRILMA, İŞKENCE, İLELEBET KAYBOLMALAR..

“ARKA BAHÇEDE ZEHİRLEME FİLAN DA VAR MI?” KONUSUNA BAŞSAVCI GİRMEMİŞ)

*

Siyah Transporter'lar tekrar ortaya çıktı: “Ankara'da MEB öğretmenini  kaçırmaya çalıştılar”
Türk kontrgerilla 'Yeşil' - OGÜN Haber - Günün Önemli Gelişmeleri, Son  Dakika Haberler

*

DEVA Partili Yeneroğlu: AKP milletvekili iken kayıpları sorduğum bir başsavcı, bana ‘her devletin bir arka bahçesi olur’ dedi

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, gündemdeki gelişmeleri Murat Sabuncu’ya yorumladı

15 Ekim 2021 17:31

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, AKP’de milletvekilliği yaptığı 2017 döneminde kaçırılma ve kayıp olayları ile ilgili bir başsavcı ile yaptığı görüşme sırasında, savcının kendisine “Her devletin bir arka bahçesi olur”  dediğini söyledi. 

Bugün yayınlanan The World Justice Project’in (WJP) hazırladığı 2021 raporunda yer alan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde  (Rule of Law Index) Türkiye’nin 117. sırada yer almasını değerlendiren Yeneroğlu, “Özelikle son 3 yıla baktığımız zaman gidişat net. 2019 yılında Türkiye yine geri sıralardaydı ancak her yıl Türkiye daha da geriliyor. Yaşadığımız gerçekliği resmetmişler” dedi. 

Yeneroğlu, T24’te Murat Sabuncu’nun gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. 

139 ülke arasında Türkiye’nin ‘hükümet yetkilerinin kısıtlanması’ kategorisinde 134. sırada olduğunu belirten Yeneroğlu, “Temel Haklar konusunda da dünyanın en gerilerindeyiz. 139 ülke arasında 133. sıraya gerilemişiz. Türkiye’nin bu anlayışla benzer durumdaki ülkelerin liginde yer bulması gerçekten üzücü” diye konuştu. 

Türkiye’de kötü muamelenin sıradanlaştığını, işkencenin yaygınlaştığını ve soruşturulmadığını söyleyen Yeneroğlu, “İnsan kaçırma vakaları var. Bu insanlar sonradan emniyette karakolda ortaya çıkıyorlar. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda bir kişinin işkenceyle tecavüz edilerek öldürüldüğüne yönelik karar verdi. Bunları yaşıyoruz bu ülkede” dedi.

AKP milletvekili iken insan kaybetme vakalarının üstüne gittiğini söyleyen Yeneroğlu, “Bu insanlar eğer ortaya çıkmadığı takdirde bu meseleyi ciddi manada büyüteceğimi söylemiştim. 3 hafta içerisinde bunların tamamı serbest bırakılmıştı. O konularla ilgili de suç duyurusunda bulunmuştum. O suç duyurularının takip edilmemesi üzerine de bir baş savcıyı makamında ziyaret ettim. Bu ziyaret sırasında başsavcı bana  “Her devletin bir arka bahçesi olur’  dedi” ifadelerini kullandı. 

*

https://t24.com.tr/video/deva-partili-yeneroglu-akp-milletvekili-iken-kayiplari-sordugum-bir-bassavci-bana-her-devletin-bir-arka-bahcesi-olur-dedi,42701

LAİK-KAMALİST-ATATÜRKÇÜ İMTİYAZLI ZÜMRE VE ONLARIN ŞAKLABANI OMURGASIZ İLAHİYATÇILAR MEHDİ’DEN NEDEN BU KADAR RAHATSIZ?

(MEHDİ’NIN GELECEĞİNE İNANIYORLARSA, BUNA GÖRE HAREKET ETMELERİ AKILLILIK OLUR..

İNANMIYORLARSA, YANİ ONLARA GÖRE MEHDİ DİYE BİRŞEY YOKSA, GÜLÜP GEÇMELERİ GEREKİRKEN NEDEN BÖYLE ÇILDIRIYORLAR?

MESELA EHL-İ SÜNNET CAMİASI, ŞİA’NIN [MAĞARADA KAYBOLMUŞ OLUP DA YENİDEN GELECEĞİNE İNANILAN ÇOCUK] MEHDİ’SİNİ SORUN YAPIYOR MU? TEBESSÜM EDİP GEÇİYOR)

*

Görmez Kur'an Kursu açılışında konuştu - Bedir HaberBedir Haber

*

DİYANET ZÜCCACİYESİNDEKİ GÖRÜNME DÜŞKÜNÜ SAKAR

*

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, mevcut Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın sapıklar hakkındaki sözleri üzerine başlayan tartışmaya dahil olmuş.

Bu arada, “Bizim bu tür musibetleri belirli bir günah grubuna bağlamamız haşa Allah adına konuşmamız anlamına gelir, bu doğru değil” görüşünü dile getirmiş.

Ancak, bu kalın kafalı görmez, bu lafıyla, konuyla ilgili ayet ve hadîsleri görmezden gelmiş olduğunun farkında değil.

Üstelik bu adam hadîs profesörü..

*

Bu ilahiyat camiası bir âlem..

Adam hadîs profesörüdür, bir hadîs külliyatını başından sonuna okumamıştır.

Tefsir profesörüdür, bir tefsir kitabını ilk sayfasından son sayfasına kadar okuma zahmetine girmemiştir. Hatta (şayet bir meal yazıp para kazanmayı düşünmemişse) bir meali bile baştan sona okuyup bitirmemiştir.

Tasavvuf profesörüdür, tasavvuf alanının klasiklerinden hiçbirini tümden okumamıştır, sayfalarına rastgele bakıp geçmiştir.

İlahiyatçı akademisyenlerin önemli bir bölümünün (Hepsi demiyoruz) derdi sadece unvan/titr, şöhret ve para olduğu için, bildikleri (unvan almak için yaptıkları) tez, makale ve tercüme çalışmalarının sınırını aşmaz.

Unvanları büyüktür, bilgileri ise dağınık bilgi kırıntıcıkları halindedir. Öğrencilere ders vermek zorunda kalmasalar neredeyse onu da unutacaklardır.

*

Evet, ilahiyatçı familyasının züccaciye dükkânının Mehmet Görmez adlı sakar fili, “Bizim bu tür musibetleri belirli bir günah grubuna bağlamamız haşa Allah adına konuşmamız anlamına gelir, bu doğru değil” diye konuşmuş.

Peki, Allahu Teala’nın “bu tür musibetleri” belirli bir günah grubu yüzünden verdiğini Allah’ın Elçisi (s.a.s.) haber vermişse, senin böyle konuşman Allah’ın Elçisi’ni (s.a.s.) yalancı çıkarmak değil midir (ki, küfre kadar yolu var)?

Abdullah b. Ömer r. a., şu hadîsi rivayet etmiştir:

(( أَقْبَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : يَا مَعْشَرَ الْمُهَاجِرِينَ! خَمْسٌ إِذَا ابْتُلِيتُمْ بِهِنَّ وَأَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ تُدْرِكُوهُنَّ:

لَمْ تَظْهَرِ الْفَاحِشَةُ فِي قَوْمٍ قَطُّ حَتَّى يُعْلِنُوا بِهَا إِلاَّ فَشَا فِيهِمُ الطَّاعُونُ، وَالأَوْجَاعُ الَّتِي لَمْ تَكُنْ مَضَتْ فِي أَسْلاَفِهِمُ الَّذِينَ مَضَوْا، وَلَمْ يَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِلاَّ أُخِذُوا بِالسِّنِينَ وَشِدَّةِ الْمَؤُنَةِ وَجَوْرِ السُّلْطَانِ عَلَيْهِمْ، وَلَمْ يَمْنَعُوا زَكَاةَ أَمْوَالِهِمْ إِلاَّ مُنِعُوا الْقَطْرَ مِنَ السَّمَاءِ، وَلَوْلاَ الْبَهَائِمُ لَمْ يُمْطَرُوا، وَلَمْ يَنْقُضُوا عَهْدَ اللَّهِ وَعَهْدَ رَسُولِهِ إِلاَّ سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ غَيْرِهِمْ فَأَخَذُوا بَعْضَ مَا فِي أَيْدِيهِمْ، وَمَا لَمْ تَحْكُمْ أَئِمَّتُهُمْ بِكِتَابِ اللَّهِ وَيَتَخَيَّرُوا مِمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلاَّ جَعَلَ اللَّهُ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ.)) [ رواه ابن ماجه، وحسَّنه الألباني في صحيح ابن ماجه ]

“Ey Muhâcirler topluluğu! Beş şey vardır ki, onlarla imtihan olunduğunuzda (o toplumda hiçbir hayır kalmamış demektir.) Siz hayatta iken onların ortaya çıkmasından Allah’a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:)

Bir toplumda zina ortaya çıkar ve açıktan işlenecek bir hale gelirse, o toplumda mutlaka vebâ ve onlardan önce gelmiş-geçmiş hiçbir millette görülmeyen hastalıklar yayılır.

Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yaparsa, o toplum mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın (yöneticinin) zulmüne uğrar.

Bir toplum, mallarının zekâtını vermezse, mutlaka gökten yağmur kesilir. Şayet hayvanlar da olmasaydı, tek damla yağmur bile yağmazdı.

Bir toplum, Allah ve Rasulü’nün ahdini bozarsa (İslam devletindeki zimmîlere zulmedilirse) Allah Teâlâ, kendilerinden olmayan bir düşmanı o topluma musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlardan alırlar.

Bir toplumun liderleri (yöneticileri), Allah’ın kitabı Kur’an [Şeriat] ile hükmetmeyi terk edip Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah Teâlâ onları kendi aralarında savaştırır (onları birbirine düşürür; bölücülük, terör ve eşkıyalık başlar).”

(İbn-i Mâce, hadis no: 4155.)

*

Bu, Mehmet Görmez’in ilk sabıkası değil.

Bir süre önce, Diyarbakır merkezli ilkha.com.tr diye bir haber sitesi Siirt müftüsü ile röportaj yapmış, Odatv‘nin çirkef yayınları hakkında soru yöneltmişti.

Ve müftü, sert ifadeler kullanmıştı.

Odatv‘nin kendi haberine göre, ilkha.com.tr, onları şöyle suçlamıştı:

“Müslümanlar için tevhid ve adaletin hâkim olması adına gerçekleştirilen cihad üzerinden Peygamber Efendimize dil uzatan ‘karanlık oda’nın sitesinde yer alan hakaret içerikli yazıda, “Allah, Hz. Muhammed’e ‘Biz sana Kur’an’ı eşkıyalık yapman için göndermedik.‘ şeklinde seslenmişti ama İslam tarihi cihadı bahane ederek, ganimet, köle ve cariye edinme eşkıyalığının şahikasını yazdı.” ifadeleriyle hem ayet-i kerimeyi çarpıttılar hem de Peygamber Efendimize iftira atma cüreti gösterildi.”

Odatv‘ci şirret mahluklar, bu ithamlara karşı kendilerini şöyle savunmuşlardı:

Peki “peygambere hakaret” dedikleri ifadenin kaynağı ne?

İnanmayacaksınız ama Diyanet!

Sizi bundan 3 yıl önceye, 8 Ağustos 2015 tarihine götürelim. Diyanet İşleri Başkanlığı IŞİD terörü üzerine bir rapor hazırladı. Raporu da kamuoyuna geniş bir şekilde duyurdu. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez raporu şu ifadelerle tanıttı:

Kur’an-ı Kerim‘i bugün eğer birileri kendi eşkıyalığının referansı haline getirdiyse bizim bütün alimlerin, bütün eğitimcilerin, İslam dünyasındaki bütün eğitim kurumlarının bunun üzerinde durması lazım”

Devletin Anadolu Ajansı’nın haberini aynen aktaralım:

Kur’an-ı Kerim‘deki ‘Habibim, ben Kur’an’ı eşkıyalık yapılsın diye göndermedim’ ayetine atıfta bulunan Görmez, ‘Kur’an-ı Kerim‘i bugün eğer birileri kendi eşkıyalığının referansı haline getirdiyse, bizim bütün alimlerin, bütün eğitimcilerin, İslam dünyasındaki bütün eğitim kurumlarının bunun üzerinde durması lazım. Rahmet olarak gelen bir dini, rahmet getiren bir kitabı şiddete dönüştüren, insan öldürmeyi mubah sayan bir anlayışa dönüştürülüyorsa bunun sebeplerini öyle sadece bilgi kırıntılarında aramanın bizi neticeye götürmeyeceğini düşünüyorum’ dedi.”

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 3 yıl önce yayınladığı IŞİD raporundaki ifadelerle Nazif Ay’ın yazısı birebir örtüşüyor. Üstelik peygambere hakaret dedikleri “biz sana Kuran’ı eşkiyalık yapman için göndermedik” ayetinin tercümesinin aynısını, “Habibim, ben Kur’an’ı eşkıyalık yapılsın diye göndermedim” diyerek bizzat Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Diyanet de yapıyor.

Evet, yanlışlık DİB eski başkanı Görmez‘in ifadelerinde ve Anadolu Ajansı’nın haberinde başlıyordu.

Odatv‘cilerin gizledikleri husus ise şuydu: “Habibim, ben Kur’an’ı eşkıyalık yapılsın diye göndermedim” şeklinde bir ayet yok.

Şöyle var:

ا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى ﴿٢

Mâ enzelnâ aleyke’l-Kur’âne li teşkâ(Taha, 20/2)

Eşkıyaşakî kelimesinin çoğulu..

Şakî ise, saîd‘in (saadet sahibi, mutlu) zıddı.

Yani şakî olmak, mutsuz ve bedbaht olmaktır, meşakkat/sıkıntı/zahmet/güçlük çekmektir. Yol kesicilik ve haramîlik gibi ameller de esas itibariyle şakîliğe, yani mutsuzluğa ve bedbahtlığa karşılık gelir.

Bir hadîs-i şerîf şöyle: “Eşka’l-eşkıyâi men ictemea aleyhi fakru’d-dünya ve azabü’l-ahirati.

Anlamı: “Şakîlerin/bedbahtların (eşkıya) en şakîsi/talihsizi (eşkâ), dünya fakirliği ile ahiret azabı kendisinde toplanmış olan kişidir.”

O yüzden söz konusu ayet-i kerimeye merhum Elmalılı Hamdi Yazır hoca şu meali vermiş bulunuyor:

Kur’an‘ı sana bedbaht olasın diye indirmedik.”

Zekeriyya a.s.’ın duası da böyledir:

قَالَ رَبِّ إِنِّى وَهَنَ ٱلْعَظْمُ مِنِّى وَٱشْتَعَلَ ٱلرَّأْسُ شَيْبًا وَلَمْ أَكُنۢ بِدُعَآئِكَ رَبِّ شَقِيًّ

“Demişti ki: Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç bedbaht/mahrum (şakî) olmadım.” (Meryem, 19/4)

*

Evet, yanlışlık, Görmez‘in laflarıyla başlamıştı..

Çünkü Görmez efendi, ayeti, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin güncel politikaları çerçevesinde IŞİD’i dövmek için bağlamından koparıp “Habibim, ben Kur’an’ı eşkıyalık yapılsın diye göndermedim”e dönüştürmüştü.

Odatv‘ciler (Nazif Ay öküzü) ise, Görmez’in IŞİD’e gol atılsın diye pas ettiği çarpıtılmış meali iyice yamultmuş, Ebu Cehil ile Velid bin Mugire üslubuyla Peygamber Efendimiz s.a.s.’e atılan bir gole çevirmişti: “Biz sana Kur’an’ı eşkıyalık yapman için göndermedik.”

Odatv‘ciler burada da durmamış, bütün bir İslam tarihini eşkıyalık tarihine dönüştürmüşlerdi. Mesela Alparslan, Fatih, Kanunî vs. olmuştu birer IŞİD..

Kamal Atatürk’leri hariçti.. Çünkü o, hristiyanlara vs. birşey yapmamış, sadece şapka giymeyen müslümanları, İskilipli Atıf Hoca gibi kitap yazan ulemayı astırmıştı.

*

Hadîs bilmeyen hadîs profesörü Mehmet Görmez efendinin bir başka vukuatına gelelim..

Mehdî ile ilgili hadîs bulunmadığını iddia etmişti..

Halbuki, geçmişte bu meselede en eleştirel tutumu sergilemiş olan İbn Haldun şöyle demektedir:

Tirmizî, Ebu Davud, Bezzar, İbn-i Mace, Hâkim, Taberanî ve Ebu Ya’la Musulî gibi bir grup hadis imamı Mehdî hakkında bir çok hadis rivayet etmiş ve ileride zikredeceğimiz gibi bu hadisleri eleştiriye açık olabilecek senetlerle Hz. Ali, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer, Hz. Talha, İbn-i Mesud, Ebu Hureyre, Enes, Ebu Said Hudrî, Ümmü Habibe, Ümmü Seleme, Sevban, Kurre bin İyas, Ali Hilalî ve Abdullah bin Haris bin Cüz’î gibi sahabelere dayandırmışlardır.”

(Mukaddime, çev. Halil Kendir, C. 1, s. 413.)

Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı’na göre ise, Mehdî hakkında hadîs yokmuş..

Önceki hadis “imam“ları cahil, bu ise, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği eşi bulunmaz bir allâme..

Kütüb-i Sitte arasında yer alan Tirmizî, Ebu Davud ve İbn-i Mace de hadîs kaynağı değilse, hadîs kaynağı nedir?

Allah Azze ve Celle müstehakınızı versin!

(Kaynak: https://tenbih.wordpress.com/tag/mehmet-gormez/)