YANDAŞTAN AL HABERİ: ERDOĞAN DİNDARLARI SİSTEME NASIL ENTEGRE ETTİ?

(İTİKADÎ SOYKIRIMA ENTEGRASYON ADI VERME HOKKABAZLIĞI..

DİNDARLIKTAN SİSTEMDARLIĞA BİR “DAR” YOLCULUK)

*

AK PARTİ – Sayfa 15 – tenbih
Atatürk dindar, olgun, aydın, aslan bir Cumhuriyet delikanlısı ve Osmanlı  paşasıdır. Halkımız Atatürk'ü iyi tanıyor ve candan seviyor.
dindar atatürk - uludağ sözlük
DİNCİ” AZİZ NESİN ANLAMAMIŞ.. – tenbih

*

Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan’ın doğrularla yanlışları harmanlayan yazısını tartışıyorduk.

Şunu da söylüyor:

AK Parti dindarları nasıl sisteme entegre ettiyse belki “imkansız pozisyonları ve kimlikleri” seven Kılıçdaroğlu da PKK’lıları, kripto FETÖ’cüleri falan sisteme entegre etmenin derdindedir.

TDK Türkçe Sözlük, “entegre” kelimesinin anlamını tek bir kelimeyle vermiş: “Bütünleşmiş”.

Geçmiş yıllarda Almanya’da “Türkler’in entegrasyonu”ndan söz edilir, birçokları da Alman devletinin niyetinin entegrasyon değil asimilasyon olduğunu söylerdi.

Asimilasyon şöyle tanımlanıyor: “Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme.”

*

Eşit hak ve sorumluluklara sahip olma kaydıyla gerçekleşen bir birlikteliğe entegrasyon/bütünleşme adı verilebilir.

Eşit hak ve sorumluluklara sahip olma, doğal olarak, farklı kültürel mirasların ve kimliklerin “tanınma”sını içerir.

Saygı bundan daha öte birşeydir, saygıdan değil, “tanıma”dan söz ediyoruz.

Mesela İsrail, Ermenistan, Yunanistan gibi ülkeleri “tanımak” başka birşey, onlara saygı duymak başka birşeydir.

Aynı şekilde Kuzey Irak Kürt Devleti’ni “tanımak” ile ona “saygı” duymak da ayrı şeylerdir.

*

İmdi, “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeleri bulunan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası dikkate alındığında, dindarların “sistem”e entegrasyonundan söz etmek mümkün değildir.

Ancak asimilasyondan söz edilebilir.

Bu “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez”ciler, Ali Rıza ile Zübeyde’nin oğlunun (Sonradan Atatürk soyadını aldı, şu anda cansız bir ceset durumunda) ilke ve inkılaplar adı verilen icraat ve söylemlerine “gökten inmiş kutsal vahiy” muamelesi yaparken, yerleri ve gökleri, hayatı ve ölümü yaratan Hayy ve Kayyûm Allahu Teala’nın emir ve yasaklarını ise, “Anlarsınız ya” babından münafıkça bir dille irtica/gercilik olarak nitelendirip aşağılayabiliyor, ve de Müslümanlar’a, dinlerini değiştirmelerini, güncelleştirmelerini tavsiye ediyorlar.

Sistem“lerine gelince, onun güncellenmesi gerektiğini ağza almak bile affedilmez suç.

Onlara göre, Ali Rıza ile Zübeyde’nin ölmüş çocuğu yanılmaz, haşa Allahu Teala yanılır.

*

Evet, bugünkü anayasa çerçevesinde dindarların “sistem”e entegrasyonundan söz edilemez.

Ancak asimilasyondan bahsedilebilir.

Dindarlar, devletin üç (bazılarına göre dört) unsurundan biri olan halk içinde yer aldıkları için, devletin bir parçası kabul edilebilirler, fakat (gerçekten dindarsalar) “sistem”in bir parçası asla olamazlar.

Firavun’un Mısır’ında İsrailoğulları devletin (ikinci ya da üçüncü sınıf insan olarak) bir parçası durumundaydılar. Fakat Hz. Musa a.s. ve inananlar, “sistem”in parçası değildi.

*

Türkiye’de dindarların sisteme entegrasyonundan söz edilebilmesi için, mesela müslümanın, devlet memuru, asker, milletvekili, bakan, cumhurbaşkanı vs. olduğunda “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık” yemini etme mecburiyetinde olmaması gerekir.

Ayrıca, Şeriat‘i her yerde her zaman (orduda, TBMM’de, yargıda) savunabilme imkânının bulunması, bunun yanı sıra Şeriat hükümlerinin yürürlükte olması için çalışılmasının asla engellenmemesi, bu noktada tam bir hürriyete sahip olunması gerekir.

Yani Şeriatçı (Allahu Teala’nın emir ve yasaklarını savunan) ile Atatürkçü (Atatürk’ün yapıp ettikleri ile sözlerini benimseyen) eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğunda, bir entegrasyondan söz etme imkânı doğabilir.

Türkiye’de olan ise, siyaset sahnesinde İslamî kimliğin yok sayılmasıdır.

Bunun adı asimilasyondur..

İtikadî soykırımdır.

*

Evet, Yeni Şafak yazarı böyle diyor:

AK Parti dindarları nasıl sisteme entegre ettiyse belki “imkansız pozisyonları ve kimlikleri” seven Kılıçdaroğlu da PKK’lıları, kripto FETÖ’cüleri falan sisteme entegre etmenin derdindedir.

Kripto FETÖ‘cülerin entegrasyonundan başlayalım.

Kripto, TDK Türkçe Sözlük‘e göre, “siyasî inancını gizleyen” demek.

Demek ki, Yeni Şafak yazarı, entegrasyondan “siyasî inancın değişmesi“ni anlıyor. Gizlenmesini bile yeterli görmüyor.

Demek ki, “dindarların sisteme entegrasyonu” ile kastettiği şey, “dindar” denilen kesimin siyasî inanç olarak (yürürlükteki Anayasa‘da çerçevesi çizilmiş olan) Kemalist-laik “sistem”i benimsemiş olması..

Bunun Türkçe’si şu, Erdoğan ve partisi, “dindar“ları “siyasî inanç” açısından İslam’dan uzaklaştırmış, “sistemdar” hale getirmiş..

Yeni Şafak yazarı bunu demiş oluyor.

*

Dindarlıktan “din” gitmiş, ama “dar”lığı ziyan etmemişler; o, sistem kafa”dar”lığı halini alarak Atatürkçü entegrasyon valsi için cumhuriyet balosunda boy göstermiş.

Böylesi bir “dindar”lık “sistem” açısından makul ve makbul bir dindarlık olabilir de, İslam açısından nedir?

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir” (Maide, 5/44) buyuran Allahu Teala katında bu dindarlık ne olabilir?

(Sistem’in sınırlı sorumlu Ehl-i Sünnetçisi, hemen zıplama, Allah’ın indirdiği ile hükmedilmesini önemsiz, zamanı geçmiş ve gereksiz gören, irtica/gercilik vs. diyerek aşağılayan kâfir olur. İnandığı, benimsediği, reddetmediği halde hükmetmeyenler ise zalim ve fasıktırlar. Zalimlik ve fasıklık, senin için avukatlığına soyunulması gereken bir ideal olsa da, herhalde övünülecek şerefli bir haslet değildir.)

*

Gerek FETÖ, gerekse PKK, bu “sistem“in arızalı olduğunu gösteriyor.

Çünkü, her ikisi de bu sistemin ürünü.

Osmanlı’da Kürt isyanları olmadı değil, fakat bunlar hiçbir zaman Kürtçülük isyanı değildi.. Türkmen Celalî isyanlarının Türkçülük isyanı olmaması gibi.

Osmanlı’da hiçbir zaman (dış güçlerle işbirliği yapan) FETÖ benzeri “paralel devlet” yapılanması da olmadı. (Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’den Kadir Mısıroğlu‘na uzanan çizgi, son padişah Vahideddin’in görevlendirdiği Mustafa Kemal’in, Pera Palas’ta, İngiliz işgal güçleriyle Osmanlı’yı tarihe gömüp yeni bir devlet kurmak için anlaştığını savunuyor, bu ayrı bir tartışma konusu).

Evet, 1920’lerde kurulan bu sistem, zaten entegre haldeki toplulukları “entegre edilmesi gereken” topluluklar haline getirebilmiş, ihanet ve bölücülük üretmiş bir sistem.

Ağaç iyi bir ağaçsa niçin zehirli meyveler veriyor?

Bu Atatürkçü sistemin Atatürkçülüğü (Atatürk de ideolojik açıdan Batıcı olduğu için), “sistemci” hale getirmek istediği kitleleri, eşyanın tabiatı gereği, istemeden de olsa Batıcı (Batılılar’ın işbirlikçisi) haline getiriyor.

Türkiye’deki Atatürkçülerin de, Kürtçülerin de, Türkçülerin de, eski dindar yeni simsar sistemdarların da suratlarındaki boyayı kazıyın, altından Batıcılık çıkar.

*

Bu sistem, ya “Geç farkettim taşın sert olduğunu / Su insanı boğar, ateş yakarmış” diyerek Atatürkçülükten vazgeçecek, ya da, tümden helak oluncaya dek, kendi eliyle kendisine zarar vermeye devam edecektir.

Ancak, Türkiye’nin birçok açıdan birer “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” halini almış olan “örgütsel kanser” hastalığından muzdarip kurumlarının kendilerini dönüştürmesi, vizyonlarını yenilemesi mümkün değil gibi görünüyor.

Böyle bir sisteme düşman olarak kendisi yeter, başkası gerekmez.

*

Peygamber Efendimiz s.a.s. öyle yaptığı için, her cuma hutbesinde imamlar Arapça olarak şu duayı da okurlar:

“… ve neûzü billâhi min şürûri enfüsinâ ve min seyyiâti a’mâlinâ…”

“Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah’a sığınırız.”

İnsanın en büyük düşmanı yine kendisidir.. Kendi nefsidir..

Devletlerin ve kurumların en büyük düşmanları da yine kendileridir.

İster bireyler olsun, ister toplumlar, ister kurumlar, ister devletler, kim Allahu Tealanın emir ve yasaklarına aykırı davranıyorsa, heva ve hevesinin emrindedir; kendi kendisine düşmanlık yapıyordur.

Müslüman, din dışı “sistem”lere entegre olmaz, o “sistem”lerin, Allahu Teala’nın emir ve yasaklarına entegre edilmesini ister.

Dindar müslümanları (Nasıl dindarsalar?) tutup din dışı “sistem”lere entegre edenler ise, hem kendilerinin hem de o dindarların gerçek ve en başta gelen düşmanlarıdırlar.

Câsiye 18: Ya Allah'ın Nizâmına Tâbi Olunur, Yahut Tağutların Hevâsına  (VİDEO)

TÜRK USULÜ YENİ “DİNDAR”LIĞIN DAYANILMAZ HAFİFMEŞREPLİĞİ

*

Dindar nasıl böyle ahlaksız ve namussuz olabilir bunu sorgulamalıyız" -  Medya - ODATV
Bülent Arınç: "Dindar insanlarımızın bir özelliği var, cebine giren paraya  bakar, eğer sorun varsa aslan, kaplan tanımaz - Siyaset - AYKIRI haber  sitesi
Dindar ile dinci arasındaki farklar - Kültür - Sanat - ODATV
Bülent Arınç iktidarı böyle eleştirdi: "Dindarların gazabından korkmak  lazım" - Güncel - ODATV
Dindar Nesile Karşı Kampanya
İsmail Kahraman: Anayasada ilk 4 madde değiştirilebilir! Dindar bir anayasa  olmalı
Meral Akşener anayasanın ilk 4 maddesi değişsin diyen İsmail Kahraman'a  ''Ailesinin yarısı FETÖ'den kaçak''
Kılıçdaroğlu'ndan dindar anayasa isteyen Kahraman'a sert cevap: İhanet
Bahçeli'den Meclis Başkanı Kahraman'a laiklik tepkisi
Bahçeli'den laiklik tartışması yorumu

*

Birileri kelime oyunlarından nemalanmayı alışkanlık haline getirmiş durumdalar.

Ortada fikir namına birşey yok, salt kelime oyunu var.

Böylesi madrabazlıklara dayanan üç beş kelimelik cümlelerle sözde önemli gerçekleri dile getirmiş oluyorlar.

Gerçekteyse yaptıkları şey, insanların düşünmesine engel olmaktan ibaret.

*

Bu tür kelime oyunlarından birini dinci-dindar ayrımı oluşturuyor.

Dinci değilmişlermiş de, dindarlarmışlarmış da…

Böyle konuşanları üç gruba ayırabiliriz: Bazılarının beyin ölümü gerçekleşmiş durumda, ikinci grubu beyin felci yaşayanlar oluşturuyor, üçüncü grup ise bu ayrımı icat edip pazarlayan şeytanîler. (Bu şeytanîlerin asıl gayesi ise, din düşmanlıklarını “sözde dindarlığa tolerans” maskesi altında daha rahat yapabilmek, ve beyni arızalı “muhafazakâr”ları da kendi saflarında cepheye sürebilmekten ibaret. Mesela bir “dindar” anayasa tartışması yaşandığında mazrufları iyot gibi açığa çıkar.)

Emekci olunmadan emekdar olunamayacağını anlayamayan budalaların beyni için “sağlam” raporu verilebilir mi?

Kinci olmayan insanın kindar olabileceğini savunan zekâ düzeyi, şempanzelerinkinden daha ileri olabilir mi?

*

Türkçe’de “dar” eki alan kelimelerin sayısı bir hayli fazla: Hazine-dar, mühür-dar, hüküm-dar, ser-dar, kılıç-dar, alem-dar, silah-dar, şarap-dar, nam-dar, haber-dar...

Dar eki, Farsça “daaşten” (sahip olmak) fiilinin geniş zaman gövdesi durumunda.. Sahiplik ifade ediyor.

Mesela hükümdar, hüküm sahibi, hükmünü yürüten demektir.

Alemdar, bayrak ya da sancağı taşıyan kişiye denir.

Namdar denildiğinde, namı bilinen, ün sahibi kişi akla gelir.

Dindar da, din sahibi (dinsiz olmayan) anlamına gelmektedir. Mecazen, dini sahiplenip koruyan kişiye de denilebilir.

*

Türkçe Farsça’dan etkilenmemiş olsaydı, bu dinci-dindar ayrımı hokkabazlığından nemalanmaya çalışan sahtekârların işi zordu.

O zaman ellerinde sadece dinci kalacaktı.

Ancak, aklı ve mantığı olan hiç kimse, dinci kelimesinin dindara göre daha uygun, daha ölçülü, daha mütevazı ve daha haddini bilir bir nitelikte olduğunu anlamakta zorlanmaz.

Çünkü dindar kelimesinde üst perdeden bir iddia var, dinci kelimesinde ise, alçakgönüllüce bir intisap çabası, bir nisbet oluşturma, bir münasebet kurma arayışı..

Dindar-dinci ayrımındaki garabeti idrak edemeyecek düşüklükteki zekâ seviyesini muhatap alıp meseleyi daha basit ve müşahhas biçimde ifade etmek gerekirse, mesela devlet-dar olduğunu söyleyenle devlet-çi olduğunu belirten arasında bir uçurum olduğuna dikkat çekmek yerinde olur.

İlki mağrur bir “tekel“cilik ile devletin sahibi olduğunu, devletin kendi malı durumunda bulunduğunu ilan etmiş olur, ikincisi ise, devlete yamanmaya ve yaranmaya çalışan bir zavallı görünümünde ortaya çıkar.

Sahip olmak ile ait olmak arasındaki kıldan ince kılıçtan keskince fark..

İmdi, Ecevit-dar ile Ecevit-çi, Erdoğan-dar ile Erdoğan-cı, Atatürk-dar ile Atatürk-çü, Kemal-dar (Kılıçdaroğlu-dar) ile Kemal-ci bir olabilir mi?

Neden bu taife, mesela “Atatürkçü olmayalım beyler, Atatürkdar olalım” demiyorlar?

Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Atatürk vs. için “dar” eki kullanmayı zül addeden, “ci” eki için sıraya geren hassasiyet, din mevzubahis olunca neden aklıyla birlikte edep ve izanını da yitirmektedir?

*

Dinci olmaktan korkan bu arızalı beyinlerin dindarlıkları da bir âlem..

Nedir bu dindarlık?.. Kur’an‘daki kavramlarla konuşmak gerekirse, müttekî (takvalı) olmak mı, salih olmak mı?

Bunlar dindarlıktan takvayı (Allahu Teala’nın emir ve yasaklarına uymayı, Şeriat‘i yaşamayı) mı anlıyorlar?

Gördüğümüz kadarıyla hayır!

Bunların dindarlıktan anladıkları, “dinci olmamak”tan ibaret.

Yani kendilerini dinsizliğe karşı konumlandırmıyorlar, “Biz dinsiz değil dindarız, dinsiz gibi yaşayamaz, dinsiz gibi düşünemeyiz. Biz dinsizliğe karşıyız demiyorlar.

Dedikleri, “Biz dinciliğe karşıyız, dincilerden farklıyızdan ibaret.

*

“Dinci değiliz, İslamcı değiliz” diyor, (benim gibi) haddini bilmenin bir gereği olarak sadece dincilik/İslamcılık yapan, dindarlık afra tafrasına kendisini layık görmeyenlere, “Sizinle ortak noktamız yok” mesajını veriyorlar.

Buna karşılık, dinsizlerin karşısında pek diyalogcu, pek şirin, pek mırın kırın, pek şaklaban, pek sempatik, pek sevecen, pek komik hale geliyor, “Biz dinsiz değiliz” gibi bir lafı ağızlarına almıyorlar.

Dinsizler söz konusu olduğunda “Sizinle ortak noktamız yok” söyleminin yerini (her ne kadar onlar dinci ve dindarların varlığına sadece parya ve serf olmaları kaydıyla sıcak bakıyorlarsa da) “birarada yaşama olgunluğu”, daha doğrusu hevesi alıyor.