SEYFİ SAY’DAN MEKTUP VAR (tenbih.wordpress.com’dan alıntı)

*

MESAJININ ÖZETİ: “KUMPASLARIN HEDEFİNDEYİM

*

[Kimi yazılarını iktibas etmiş bulunduğumuz Dr. Seyfi Say Bey, yayınlanması ricasıyla bir mesaj göndermiş bulunuyor.

Okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.

Tenbih.wordpress.com yayın ekibi]

*

Prof.Dr. KAYA YILMAZ | AVESİS

+

PROF. UNVANLI BİR AKADEMİK …A (KAYA YILMAZ ADLI …A) CEVAP

*

Dr. Seyfi Say

*

Bilenler biliyor, academia.edu adlı internet sitesinde GÜNÜMÜZ MEŞAYİHİNİN TASAVVUF TELAKKİSİNDEKİ SORUNLAR: M. ESAD COŞAN ÖRNEĞİ başlıklı bir makalem yer alıyor.

Bilimsel bir makale..

Orada “kişisel” hiçbir şey yok.

Yani o yazıda, merhum Es’ad Efendi’nin şahsına yönelik herhangi bir olumsuz değerlendirme bulunmuyor.

Ancak, tasavvuf ve tarikatlara ilişkin görüşlerini tenkide tabi tutmuş durumdayız.

*

Bilindiği gibi, “ilim“de hatır gönül olmaz.

Tevbe Suresi’nin 31’inci ayeti, yanlış olduğunu bildiği halde ulemanın sözlerini tasdik etmenin onları “rabler” edinmek ve şirke düşmek anlamına geldiğini ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez“.

Okulumuzdaki/ekolümüzdeki üstadlar/hocalar ne demişse sadece o doğrudur, asla yanılmazlar, sözleri gökten inmiş kutsal vahiy gibidir” şeklindeki skolastik zihniyeti Batı, ancak Endülüs ve Haçlı seferleri sayesinde İslam’ın ışığı ile tanıştıktan sonra aşabildi ve gelişme gösterebildi.

*

Es’ad Efendi vefat ettiğinde, Prof. Nazif Gürdoğan‘ın talebi üzerine Yeni Şafak için bir yazı dizisi kaleme almıştım.

Daha önce de onu, Erbakan‘la olan ihtilafında (İslâm ve Kadın ve Aile dergilerindeki) yazılarımla ve ayrıca yurtiçi ve yurtdışında yapığım konuşmalarla desteklemiştim.

Yaşım ilerledikçe ve daha fazla şey okuma imkânı buldukça savunduğum bazı görüşlerin ve onun hakkındaki kimi kanaatlerimin hatalı olduğunu fark ettim.

Aynı şekilde Es’ad Efendi’nin birçok beyanının da yanlış olduğunu anladım.

Hatalarımı itiraf etmem ve düzeltmem, yanlıştan döndüğümü açıklamam gerekiyordu.

*

GÜNÜMÜZ MEŞAYİHİNİN TASAVVUF TELAKKİSİNDEKİ SORUNLAR: M. ESAD COŞAN ÖRNEĞİ başlıklı makalem akademik üslupla kaleme alınmıştır, fakat “sonuç” bölümü bulunmamaktadır.

“Sonuç” bölümünü, okurların idrakine bıraktım.

Yazı boyunca ise, Es’ad Efendi’nin ifadelerini aynen aktararak tartıştım.

Birçok kişinin, tartışma konusu yaptıkları ifadeleri aynen aktarmak yerine bilinçli bir biçimde çarpıtarak naklettiklerini biliyorum.

Tartıştığım sözleri aynen aktarıyorum ki, şayet değerlendirmelerimde bir yanlışlık varsa, okurlar bunu görebilsinler.

*

Söz konusu makaleme, Kaya Yılmaz adını taşıyan biri, kişilik bozukluğu olarak yorumlanabilecek bir yorum eklemiş.

Bu şahıs, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi‘nde prof. olarak çalışıyormuş.

Alanına gelince.. Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı..

Yani, fakültesindeki öğrencilere, sosyal bilgiler dersinin nasıl okutulacağını öğretiyor diyebiliriz.

Ders verdiği alanı bildiğini varsayabiliriz.

Fakat, yazıma eklediği yorumdan anlaşılıyor ki, bütün bildiği bundan ibaret..

Başka birşey bildiği yok.. Edep ve terbiyeden, “kendini bilmek”ten sorarsanız, hiç bilmiyor.. Yanından yöresinden bile geçmemiş.

İfadeleri şöyle:

Esad coşan hoca efendiden senin ne alıp veremediği var?? Daha önce de internette benzer yazılar yazmış oğlunu sinsi olmakla suclamistin. USA’da egitimde kendi alanimda iyi 3.sirada yer alan bir araştırma üniversitesinde doktora yapmış biri olarak sesleniyorum. Tüm çabaların boşuna!!! Sen once tasavvufu anla sonra Yaz!! Esad hocamızın gönüllere kurduğu taht bakidir, senin gibiler sadece kaya’nın tozunu alır!!!

İsim ve resim olmasa, ilk cümleyi okuyan biri, “Bunu, Türkçe’si bozuk yaşlı bir Rum kadını yazmış galiba” diye düşünebilir.

Üslup ve şive, öyle..

İkinci cümledeki Muharrem Nureddin Coşan avukatlığına gelelim.. Bu, Nureddin’le benim aramdaki mesele.. Bu …nın dertlenmesine gerek yok.

Üçüncü cümleye gelelim:

“USA’da egitimde kendi alanimda iyi 3.sirada yer alan bir araştırma üniversitesinde doktora yapmış biri olarak sesleniyorum.”

Aferin!..

Bak …, seni okuduğun okul değil, aklın, mantığın, bilgi birikimin ve edebin adam yapar.

Bir defa, böyle okuduğu okulu adamın gözüne sokarak lafa başlayan biri, kendisinin kişilik bozukluğu ile malul olduğunu ilan etmiş olur.

İkincisi, Türkçe‘yi böyle kullanan biri, ana dilini unutup kendisini sadece İngilizce‘ye verdiği için yabancı dil sınavlarında iyi puan alabilir, ve de Amerika’da doktora da yapabilir, fakat benim mezun olduğum lisede edebiyat dersinden geçemez ve liseden yaş haddinden dolayı diplomasız olarak “emekli” edilirdi.

Tasdiknamesine de, “Düzgün cümle kuramıyor olması mental açıdan bir arızaya işaret ediyor olabilir, bir akıl hastanesinde muayene edilmesinde yarar var” diye yazılırdı.

*

Sonraki cümlelere geçelim:

“Tüm çabaların boşuna!!! Sen once tasavvufu anla sonra Yaz!! “

Emrin olur!

Merhum Es’ad Efendi, beni tasavvuf ve tarikati anlatmak için Avustralya ve Almanya’ya gönderdiği gibi, vefatından önce de, (Amerika’daki doktora öğrencileri bir hoca istedikleri için) temsilcisi olarak ABD’ye yerleşmemi istemişti.

Amerikalılar, vize vermediler.

Cemaatin dergileri ile gazetesinde tasavvuf konulu yazılar kaleme aldığım gibi, bir ara faaliyet gösteren televizyonunda da, Nureddin Ayaz‘ın sunuculuğunu yaptığı programlarda, tasavvuf konulu konuşmalar yapmıştım. (Bunları övünmek için yazmıyorum.. O programlardan biri için buluştuğumuzda Nureddin Ayaz, bana, Es’ad Efendi‘nin gıyabımda, “Seyfi Say profesörleri cebinden çıkarır” demiş olduğunu söylemişti. Bunu hiçbir yerde ve hiçbir zaman söylemedim ve yazmadım. İlk kez burada açıklıyorum.)

Bu Kaya Yılmaz adlı akademik …, … şımarıklığı meziyet zanneden …, bana “Sen once tasavvufu anla sonra Yaz!!” diyebildiğine göre, benim anlayamadığım tasavvufu anlamış.

O halde, (Uğur Mumcu‘nun tabirini kullanmak gerekirse) … yaygaracılığı ile böyle tiz sesle çığlıklar atarak Afrika dansı yapacağına, tasavvufun ne olduğunu bir makale ile bana ve bütün bir topluma anlatabilir.

Elini tutan yok..

*

Bu …nın yorumuna, aynı mecrada şöyle bir yorumla cevap vermiştim:

Seyfi Say
Senden önce Konya’dan yaşlı bir piyonlarını satranç tahtasında öne sürmüşlerdi. Devamının geleceğini tahmin ediyordum, şimdi senin gibi bir atı mahmuzlamış durumdalar. İnternette de sözde FETÖ’cü vs. görünümlü sahte hesaplarını hareketlendirdiler. Seni güdenlere söyle, böylesi lüzumsuzlukları bıraksınlar. (Bu mesajım sana değil, seni konuşturanlara. Seni mazur görüyorum)

Bir saat sonra bana şöyle bir cevap vermişti:

Kaya Yilmaz
Ben hiçbir tarikata bağlı değilim ve çoğuna karşıyım. Tarikat ayağı ile liyakatsiz ve kifayetsizler özellikle bu iktidar döneminde en üst mevkilere geldiler. Ama Esad hocaefendi r.a. İslami yasayan birisiydi. Öğrencilik yıllarımda İskenderpaşa da pazar günleri vaazlarini dinlemeye giderdim. Oğlunu tanımam.
İslami yasamayip tasavvuf üzerine akademik eserler yazaarin celiskisibi ortaya koyan bir yazı yazmak varken, Esad hocanın hataları diye söylediklerini didik didik etmekten ne geçiyor elinize? Egonuzu tatmin mi??Bu arada siz önce erciyese nasıl geçtiniz, iletisim fakültesine kapak attınız önce bunu düşünün!! Baktım eğitim bilgileri vs hep boş ama yayinlar girilmis ve iletişimle ilgili değil. Siz arka plana bakıyorum ve soruyorum, o fakültede ne işiniz var??

Bu …nın, böyle Es’ad Efendi avukatlığına soyunmuş olmasının “Es’ad Efendi sevgisi“nden kaynaklanmadığını biliyorum.

Zaten, “hiçbir tarikata bağlı” da değilmiş..

Ama nasıl oluyorsa, böylesi bir “gecikmiş Es’ad Efendi aşkı” hummasına yakalanabiliyor.

Bu tür numaraları bilirim..

Maksat, Es’ad Efendi’yi savunuyor “ayaklarına yatarak” beni provake etmek.. Es’ad Efendi vadisine çekerek o paranteze hapsetmek.. (Hesap şu: Ne olur ne olmaz, Seyfi Say, yaşayan “görevli/irtibatlı/akredite” TSE damgalı “hoca”ların zırvalarını tartışmaya kalkışabilir. Onlar yerine merhum Es’ad Efendi’yi tartışsın dursun. Ama bunun için önce onu provoke etmeli, “duygularıyla oynayarak” kışkırtmalıyız.. )

Es’ad Efendi hakkında söyleyeceklerimi (söylemezsem vebalde kalacağımı, sükut ikrardan gelir fehvasınca onay vermiş sayılacağımı düşündüğüm kimi hususlardaki itirazlarımı) söyledim.. Daha fazlasını söyleyecek değilim.. (Daha önce fark etmemiş olduğum itikaden önemli bir hatasını görürsem o başka.. Yoksa, böylesi “nalları ters çakılmış at izleri”nin peşine takılacak değilim.. Bundan Allahu Teala’ya sığınırım. Öte yandan, Es’ad Efendi’ye yönelik eleştirilerimde hatalar bulunduğunu bana ilmî delillerle gösteren olursa, düzeltme yazısı yayınlayarak hatalarımı itiraf etmekten Allah’ın izniyle kaçınmam. Hatta böylesi birşeyi “nimet” kabul ederim, “nimet/lütuf” kabul etmem gerekir. Çünkü, ahirete, doğru görüşlere reddiye yazmış olarak gitmek istemem. Bununla birlikte, “istihbaratçılar”ın kaleminden çıktığından şüphe etmediğim futbol takımı amigosu üslubuyla yazılmış provokatif “Esad hocamızın gönüllere kurduğu taht bakidir, senin gibiler sadece kaya’nın tozunu alır!!!” şeklindeki …, yazılarıma verilmiş bir cevap olmadığını da, asıl maksadın başka olduğunu da bilmiyor değilim.)

*

Erciyes macerasına gelince.. Bu …, bu noktada haklı.. İletişim Fakültesi‘ne gitmem, yapılan daveti/çağrıyı kabul etmem bir hata idi..

Bundan iki buçuk yıl önce, 2018 yılı başlarında, benim doktora tez danışmanım Prof. Osman Gazi Özgüdenli, akademik hayatımı Marmara Üniversitesi‘nde devam ettirmem konusunda bana ısrar edince, düşünmek için 10-15 gün süre istemiş, fakat sadece 15 saat kadar sonra bir SMS mesajı göndererek hayır cevabını vermiştim. (Aslında Erciyes’e gitmeden önce, dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Marmara Üniversitesi’nin akademik kadrosunda yer almam için rektörle konuşma teklifinde bulunmuş, kabul etmemiştim. Bana böylesi … mesajlarla artistlik yapan Marmara Üniversitesi …, çalıştığı üniversitede görev almaya tenezzül etmediğimi anlasın ve edebini takınsın.)

Bu … mesleğinin yüz karası, benim hakkımda bir de “Baktım eğitim bilgileri vs hep boş ama yayinlar girilmis ve iletişimle ilgili değil” diyor.

Bundan neyi kastettiğini anlayamadım..

Okuduğum okullar için mi “boş” diyor, yoksa üniversitenin benimle ilgili sayfasında bu bilgilerin olması gereken yer mi boş, bilemiyorum. (Sayfaya bakmayı da gerekli görmüyorum.)

Yayın bilgilerinin girilmesine gelince..

Oraya hiçbir yayın bilgisi girmemiştim. Bölüm başkanı Doç. Mustafa Akdağ (M. A.) (sonradan prof. ve dekan oldu) girmemi istediği için yazma durumunda kalmıştım.

*

Bu şımarık …, kimsenin kendisine hesap vermek zorunda olmadığını bile daha anlayamamış.

Umarım bu cevap ona kâfi gelir.

*

[EK: Bu …nın ikinci yorumuna şu cevabı vermiştim: “Yularını elinde tutanlara sor, anlatsınlar.”

Üç saat sonra (“Abi”leri üç saat boyunca karar verememiş olmalılar) şu cevap geldi:

Kaya Yilmaz
Sıkışınca ve cevap veremeyince böyle hakaret ederek gerçek yüzünü açığa çıkarırsın. Senin seviyene inip aynı şekilde hakaretle karşılık vermeyecegim. Ama sana hukuk yoluyla iyi bir ders vereceğim. Hakaretle karşılık vermek.yerine hakaretten dava açarak!!!

Bu şahsın havalı bir üslupla bana “hukuk yoluyla iyi bir ders vermekten” söz etmesini, ders vereceğinden bu kadar emin olmasını ilginç bulmadığımı söyleyemem.

Nasıl bir “güvence”ye sahipse?.. (Dava açar mı, açar! Çünkü, onu kullananlar her halükârda masraflarını karşılarlar, yani zarar ziyanı olmaz, bu bir.. İkincisi, yine onu kullananlar, üzerime salanlar, “portföy”lerindeki bir avukatı da ona gönderirler, yani dava işi bu şahsı yormaz, vaktini almaz.)

Cevabım şu oldu:

Seyfi Say
Derdin anlaşıldı. Aşağılayıcı, “ego”lu, “boş”lu tahrikler ve provakatif laflarla kışkırtmak ve sonra da uygun bir cevap alınca hemen mahkeme kapısına koşmak.. Sana bu aklı verenler uygun hakimler de ayarlarlar mı, ayarlayabiliyorlar mı bilmiyorum.
Sıkışınca ve cevap veremeyinceymiş.. Sana cevap vermek zorunda mıyım alçak? Senin aşağılayıcı tuzak lafların benim makaleme bir cevap mı?

Yukarıdaki yazımda, daha önce şunu yazmıştım:

Okuduğum okullar için mi “boş” diyor, yoksa üniversitenin benimle ilgili sayfasında bu bilgilerin olması gereken yer mi boş, bilemiyorum. (Sayfaya bakmayı da gerekli görmüyorum.)

Bugün (12 Temmuz 2020) saat 02:22’de baktığımda, söz konusu sayfanın boş olduğunu gördüm.

Boşaltılmış.

Şaşırmadım. (Bu arada şunu da belirteyim, “derin” alçaklar tarafından idare edildiği açık olan bir internet sitesi var: https://www.akademikbilgisistemi.com. Bu şerefsizler benim bilgim ve iznim dışında benim için de bir sayfa açmış ve fotoğrafım olarak da ilahiyatçı Ebubekir Sifil‘in resmini koymuş durumdalar. E-mail vasıtasıyla birkaç defa ikaz ettiğim halde düzeltmediler.)

*

Bu arada, yıllar önce, fakülte yönetimi ile istihbaratçıların (MİT’çilerin) diyaloğunun gayet iyi olduğunu, gerektiğinde aralarında “paslaştıklarını” öğrenmemi sağlayan bir olay yaşamış olduğumu da belirtmeliyim.

2014-15 öğretim yılıydı..

Gazetecilik bölümü ikinci sınıf öğrencilerine de ders veriyordum.

Sınıfta en ön sırada oturan öğrencilerden biri Afganistanlı Beşir Amatayderi idi. Çocuksu duruşlu, çelimsiz bir gençti.

Bir gün fakültedeki odama geldi.

“Hocam” dedi, sınıfımızdaki birkaç Kürt öğrenci dün gece beni yolda yalnız gördüler, dövmek istediler, kaçtım, beni kovaladılar, ellerinden bir duvardan atlayıp zor kurtuldum. Ne yapmalıyım hocam, çok korkuyorum“.

Beşir’e, “Burası dağ başı değil” dedim, “hiçbir şey yapamazlar”.

Ve, “Kim bu çocuklar?” diye sordum. “Hocam, sınıfın en arkasında yan yana oturanlar var ya, onlar” dedi.

Beşir’e, hem fakülte dekanlığına şikâyet dilekçesi vermesini, hem de savcılığa suç duyurusunda bulunmasını söyledim.

“Şimdi dekan yardımcısı Doç. Mustafa Koçer‘i arayacağım, ona git, durumu anlat ve gerekli dilekçeyi ver. Gelişmelerin seyri hakkında da beni bilgilendir” dedim.

*

Beşir, bir hafta kadar sonra yanıma geldi.

Mustafa Koçer’in odasına gittiğinde dekan Prof. Hamza Çakır’ı ve diğer dekan yardımcısı Doç. Hakan Aydın‘ı da orada bulduğunu, “Niye doğrudan bize gelmedin?” dediklerini söyledi.

Sonuç ise şu olmuş: Hakan Aydın, söz konusu öğrencileri makamına çağırıp “haşlamış”..

Bir iki gün sonra da MİT’çiler o öğrencileri telefonla arayıp “Beşir’i rahat bırakın, yoksa kötü olur” demişler, ve bu, Beşir’e bildirilmiş.

“Peki, suç duyurusu, şikâyet dilekçesi filan?..” diye sordum.

Hayır, bunlara gerek duyulmamıştı, Hakan Aydın’ın o öğrencilerin kulağını çekmesinin ve de MİT’in gözdağı vermesinin yeterli olacağı anlaşılmıştı.

*

Sonradan, Beşir‘in anlattığı hikâyenin bir “kurgu” olabileceğini düşünmeye başladım.

Bu “yabancı ülke vatandaşı misafir öğrencilere” MİT’in özel ilgi gösterdiğini, devletin onları geleceğe yönelik bir “yatırım” olarak gördüğünü anlamak için çok fazla şey bilmek gerekmiyordu.

Ayrıca, Kayseri gibi “milliyetçi-Türkçü” bir kentte okuyan Kürt öğrencilerin büyük çoğunluğunun “potansiyel tehlike” kategorisinde değil, “devletin itaatkâr Kürtleri” arasında yer aldıkları düşünülebilirdi.

Bunun yanı sıra MİT’in böylesi “MİT’ten arıyorum” türünden telefon hizmeti bulunmadığı da kesindi. Gözdağı verilecekse iki tane polis alır götürür karakolda biraz soğuk zeminde bekletir bırakırlardı. Ya da tenha yollarda “kimliği meçhul” kişilerce mesaj verilirdi.

Beşir’in, daha önce hiç odama uğramamışken (ve daha sonra hiç uğramayacakken) böylesi bir konu için yanıma gelmiş olması da ilginçti.

Acaba birileri benim o Kürt öğrencileri sınıfta hedef alacağımı, onlarla “dalaşacağımı” varsaymış ya da hedeflemiş olabilirler miydi?

Ve de bunun için Beşir ile o gençler arasında rol dağılımı yapılmış olabilir miydi?

*

Bugünlerde başka türden ilginçlikler de yaşıyorum.

Daha da yaşayacağımı sanıyorum.

Çünkü, karşımdaki kişilerin A, olmadı B, olmadı C, o da olmadı D gibi planlar yapmış olduklarının farkındayım.

Daha iki gün önce (10 Temmuz 2020 Cuma) yaşadığım bir ilginçlik hakkında KuveytTürk‘ün müşteri hizmetleri birimine göndermiş olduğum e-posta mesajı şöyle:

Selam…

Bugün (10 Temmuz 2020) saat 16:48’de 4443123 numaralı telefondan arandım. Telefon numaram: 0506 504 XX XX.

Bana, KuveytTürk’teki hesabıma yanlışlıkla bir para yatırılmış olduğu, bu paranın iadesi için kendilerine telefonda onay vermem gerektiği söylendi. İstersem bir şubeye de gidip hallettirebilirmişim. (Tabiî o saatte artık şubeye yetişemem, ya Pazartesi’yi bekleyeceğim ya da telefonda onay vereceğim.)

Parayı gönderenlerin kim olduğunu sorduğumda, cevap verilmesi için önce annemin kızlık soyadını vs. söylemem istendi. (Tabiî benim arayan kişiye KuveytTürk’ün annesinin kızlık soyadını sorma şansım yok.. KuveytTürk’ü ben aramış olsam, “Siz gerçekten KuveytTürk müsünüz?” diye sormam abes olur. Ama ben, aranan kişiyim. Dolayısıyla benim telefon numaramın sahte olması ihtimali yok, arayan numaranın var.)

Ben telefonda bu tür bilgiler veremeyeceğimi söyleyince, herhangi bir KuveytTürk şubesine uğramam söylendi.

Sizden öğrenmek istediğim şu: Gerçekten sizin tarafınızdan mı arandım?

Arayan siz değilseniz, lütfen bildiriniz.

Arayan siz iseniz, o takdirde şunu bilmek istiyorum: Yıllar önce KuveytTürk’te bir hesabım vardı, fakat kapattırmıştım. Olay eski, kapattırdığım yılı bile tam hatırlayamıyorum. Kapanmış (olmayan, olmaması gereken) bir hesaba para nasıl yatıyor, bunu bilmek istiyorum.

Evet, arayan siz iseniz bir de talebim var: Lütfen bana, hesabıma yanlışlıkla para yatırılmış olduğunu ve iadesinin talep edildiğini hem e-mail ile hem de kâğıt üzerinde yazılı olarak bildiriniz.

Eğer bu yanlışlık para gönderenlerin değil de bankanın hatası olsaydı, düzeltmek için bana haber vermeniz gerekmezdi. Benden onay istenildiğine göre, bu hata, parayı gönderenlerin hatası.

Ancak, geçmişte birçok kumpasla karşılaşmış, haksızlığa uğramış, sıkıntı ve mağduriyet yaşamış biri olarak, bazen hata görünümlü tuzaklar hazırlanabildiğini de biliyorum.

Yarın bir gün bana, “PKK, FETÖ, (uyuşturucu veya haraç işine bulaşmış) bir mafya çetesi veya başka türden kanunsuz kişilerle bağlantılı olduğum, aramızda para ilişkileri bulunduğu” yönünde bir suçlama yapılmayacağından emin olamayacağımı bilecek kadar uzun, öğrenecek kadar da çok şey yaşadım.

Bunları yazmak zorunda kaldığım için üzgünüm.

Selamlar…

(Kaynak: https://tenbih.wordpress.com)

Yorum bırakın